Geçtiğimiz birkaç yılda Türkiye’de hiphop kültürü ve rap müzik -bilhassa Türkçe sözlü rap müzik- çok önemli bir popülerlik kazandı. Bu popülerliğin toplumsal karşılığının ne anlama geldiğini anlamak, neden dinlendiğini analiz etmek bize toplumda yaşanan dönüşümlerin küçük bir parçasını anlama imkanı sunacaktır. Bu yazıda, 1995’ten beri Türkiye’deki yolculuğuna devam eden bu müzik tarzının şu anki popülerliğinin neden önemli olduğuna, rap’in kazandığı ivmeyi daha önce yaşadığı kırılma ve dönüşümlerden neden daha farklı bir yere koyduğumuza odaklanacağım. Yazı boyunca ‘rap’ ile kastedilen, Türkçe sözlü rap müzik olacaktır.
Türkiye’nin Hiphop’la Tanışması
1970’li yıllarda önce Amerika’nın varoşlarında ortaya çıkan, 1980’lerde Fransa ve Almanya’da popülerlik kazanan ve buralardan tüm dünyaya yayılan hiphop kültürü dört alt dalı bünyesinde barındırır: Breakdans,Disk Jokey(DJ), Graffitive Rap. Hiphop, Amerika’nın gettolarında yaşayan ve sosyoekonomik olarak adil şartların çok uzağında yer alan gençlerin kendilerini ifade etme ve tepki gösterme aracı olarak ortaya çıkmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası işçi göçleriyle kozmopolit bir yapıya sahip olan Almanya’daki göçmen gençler tarafından sahiplenilmiştir ve maruz kaldıkları ırkçılık ve ayrımcılık gibi problemleri anlatmadaki araçları haline gelmiştir. Almanya’da daha önce Türkçe sözlü rap müzik yapan gruplar ortaya çıkmış olsa da, rap kitlesel anlamda Türkiye’ye ilk olarak 1995 yılında Cartelile kendisini tanıtmıştır. Yoğun ancak kısa süreli bir ilgiye maruz kaldıktan sonra piyasadan çekilmiş ve rap müzik, 1999 yılında ilk toplama rap albümü olan Yeraltı Operasyonu’na kadar müzik piyasasının dışında kalarak, undergroundolmaya devam etmiştir. 2000’lerin ortalarından itibaren rap müzik; jenerik müzikleri rap olan dizi ve filmler, çeşitli kültürel organizasyonlar, festivaller ve başka müzik tarzlarından önemli sanatçılarla düetler gibi pek çok kırılma ile mevcut kemik kitlesinin dışında başka çevreleri de varlığından haberdar etmiş ve kendisini dinletmiştir.
Bu süreç içerisinde rap, kimi zaman tahminlerin çok ötesinde popülerlik kazanmış, kimi zaman ise yeraltına gömülerek piyasaya varlığını unutturmuştur. Ancak şunu söylemek mümkündür ki, 1995 yılından itibaren rap, hiçbir zaman bugünkü kadar popülerleşmemiştir. Duymaya alışkın olduğumuz bir iki isim dışında müzik piyasasında ciddi gelir elde eden ve çok sayıda rap’çinin dinlenme listelerine aynı anda egemen olması, son birkaç yılın gelişmesidir. Dolayısıyla bu durum, kişiler üzerinden bir analiz yerine müzik tarzını ve onun temsil ettiği değerleri incelemeyi daha anlamlı hale getirmektedir.
Rap Müzik ve Popülerleşmesi Süreci
Rap müziğin son yıllardaki popülerliğini incelerken, yerel faktörlere bakmadan önce değinmemiz gereken küresel faktörler olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki, rap müziğin tüm dünyada yakaladığı ivmedir. Türkiye’de rap müziğin yükselişi ve kitlesini genişletmesi, yalnızca ülkemize has bir durum değildir. Rap müzik tüm dünyada yükselişe geçmiş, kimi zaman çeşitli müzik tarzlarıyla iş birliği kurarak, kimi zaman da kendi başına alanını genişletmiştir. Bir diğeri ve aslında en önemlisi ise teknolojik gelişmeler ve internetin yaygınlaşmasıdır. Şarkıların, kliplerin dinleyiciye ulaşmak için kurumsal yayın organlarına ihtiyaç duymadığı ve dinleyicilerin yeni çıkan şarkılardan saniyeler içerisinde haberdar olabildiği yeni bir dönemdeyiz. Bu durum, müziği hem üreten hem tüketen tarafa pek çok kolaylık sağlıyor. Örneğin her iki taraf da rap müziğin dünyadaki yerine dair çok daha fazla bilgiye sahip olabiliyor; dolayısıyla müziğin kalitesi, hem birikim hem de oluşan beklentiler ile dünya standartlarını takip edebiliyor. Dünyada sürecin bu şekilde ilerlemesi, rap müziğin popülerleşmesi ve bunun eş zamanlı olarak Türkiye’de de kendini göstermesi, rap müziğin yeraltındaki köklerinden yeşerip müzik piyasasında kendisine yer açmasını sağlamıştır.
Küresel faktörlerin yanı sıra, bu ülkenin kendi dinamikleri olan yerel faktörler de göz önüne alınmalıdır. Bunlardan kanaatimce en önemlisi, hiphop kültürünün ve rap müziğin sahip olduğu protest duruştur. Rap müziğin işlediği konular itibariyle Amerika’da olduğu gibi East/West Coastayrımı yapmak Türkiye’de mümkün olmasa da, şarkı sözlerinin konseptini oluşturması bakımından bireysel/toplumsal ayrımı yapmak yerinde olacaktır. Buna göre çok kabaca, rap’çinin duygu dünyası ve kişisel halleri ile ilgili olan şarkılar ile ekonomik, siyasi ve sosyal konuları anlatan şarkılar arasında bir ayrım yapılabilir. Şunu belirtmekte fayda olacaktır ki, rap’çileri bireysel/toplumsal diye ayırmak aslında çok da doğru bir hamle değildir. Çünkü aynı albüm içerisinde bu iki tarzı da barındıran şarkılar, hatta aynı şarkı içerisinde iki tarza da dahil edilebilecek şarkı sözleri olabilmektedir. Dolayısıyla bu ayrım yalnızca şarkılar üzerinden yahut rap’çilerin ağırlıklı olarak hangi konuları işlediği genellenerek yapılabilir. Rap’in protest doğası ve eleştirinin müziği olması bu ayrımın net olarak yapılmamasının en önemli sebebidir.
Bir başka açıdan baktığımızda, ülkemizin içinde bulunduğu antidemokratik ortam ve söz söyleme özgürlüğünün ortadan kalkmış olması, müziğin toplumsal misyonunu dönüştürmüştür. Rap müzik, insanların söylemek isteyip de söyleyemediği, düşünmekten vazgeçtiği veya duymak istemediği pek çok fikri ve sözü kitlelerin kulağına fısıldamaktadır. Gelinen son noktada bu misyonu yüklenen bir kısım rap’çiye ‘daha politik sözler yazması’ için hayranları tarafından telkinde bulunulması, bu talebi gözler önüne sermektedir. Rap’in fısıltısı büyüdüğü ve gürültüye dönüştüğü zaman ise kurumsal güçler bundan rahatsızlık duyarak hukuki süreçlerle önünü kesmek istemiştir. Ancak bağımsız müzik dinleme platformları gösteriyor ki; bu durum rap’in daha çok sahiplenilmesine, merak edilmesine, ilgi uyandırmasına sebebiyet vermektedir.
Tüm bunlara ek olacak en önemli bir diğer yerel faktör ise ekonomidir. Ülkenin içinde bulunduğu kriz hali ve bunun bedelinin -belli bir zümre dışında- toplumsal olarak ödenmesi, durumun daha iyiye gideceğine dair umut beslenemez hale gelinmesi ve yarına dair duyulan endişe, toplumu kolektif bir buhranın içine itmektedir. İnsanların alım gücünün düşmesi, kabaca ifade edersek kendilerini daha fakir hissetmelerine neden olmaktadır. Bunu özgürce dile getirecek, bununla mücadele edecek politik bir zeminin kalmayışı toplumsal öfkeyi yükseltmektedir. Rap müziğin popülerleşmesi ve sahiplenilmesi, tüm bu süreçlerden bağımsız düşünülmemelidir.
Prekaryalaşma ve Organik Entelektüel Kavramlarıyla Rap’e Bakmak
Protest doğası gereği toplumsal agresyonunu müzikle aktaran rap, içinde serpildiği kültürlerin özelliklerini de bünyesine katarak gelişme gösterir. Türkiye’de rap müzik, sokağı anlatan, kendini dışarıda hisseden ve sesini duyuramayan grupların kendilerini ifade etme aracı olarak süregelmiştir ve bu özelliğini halen taşımaktadır. Son birkaç yıl içersinde rap müziğin kendi içerisindeki ilerlemesine daha yakından baktığımızda elbette bünyesine yeni sound’lar, ritimler ve farklı tarzlardan özellikler kattığını görüyoruz. Ancak daha yakından bakarsak, bugün rap müzik dinlenme oranlarının çok büyük bir kısmını sırtlayan rap’çilerin, şu an sergiledikleri protest tavrı yeni edinmediklerini, eski şarkılarından itibaren bunu sürdürdüklerini ve hatta son dönemde sınıfsal ayrımcılığa dikkat çeken şarkıların sayısının ve agresyonunun arttığını gözlemlemek de mümkün. Yani rap müzik, genel karakteri bağlamında kendisinden bir şeyler kaybetmemesine rağmen rap’e olan rağbet artmış, kendisini sisteme yönelttiği eleştirileriyle var eden bu müzik türü büyük ölçüde benimsenmeye başlanmıştır. Özetle rap dinleyiciye gitmemiş, yaptığı her ne ise ona devam etmiş, dinleyici rap’in doğasını sevmiş ve kendisini temsil ettiğini düşünerek bu müziği sahiplenmiştir. Rap’in ruhu değişmediyse, değişen toplumsallığın izini sürmek gerektiğini düşünüyorum.
2009 yılında ekonomist Guy Standing’in sınıfsal bir dönüşümü ifade etmek için kullandığı prekarya, İngilizce’de güvencesiz, istikrarsız, riskli, belirsiz… anlamlarına gelen ‘precarious’ kavramından gelmektedir. Neoliberal düzenin getirdiği esneklik ve güvencesizlik kavramları üzerinde yükselen mevcut sistemin sınıfları dönüştürdüğüne dikkat çeken Standing, henüz oluşmakta olduğunu düşündüğü bu sınıfı şöyle tanımlar: Sınıf bilinci olmayan, kazandığını hayatta kalmak için kullanan, birikimsiz, güvencesiz ve kendini daima yetersiz hisseden prekarya, önüne çıkan fırsatlar üzerinden hayatına devam etmektedir. Sistem devamlı kendini güncellerken bireylere kendilerini yetersiz hissettirecek yeni standartlar oluşturmaktadır. İkinci bir dil bilmek, yüksek lisans ve hatta doktora… Sertifikalar her geçen gün yetersiz kalmaktadır. “Düzgün” bir işe sahip olmak ve onu hakkıyla yapmaya çalışmak, yarın o işe sahip olacağını garanti etmemekte, güvence sağlamamakta ve birikim yapmaya el vermemektedir.[1]Tüm bu koşullar içerisinde prekaryalaşan, yani güvencesizleşen, kendisini dışlanmış hisseden, geleceğinden kaygı duyan ve yalnızlaşan birey; politik bir alana da sahip olmadığından, gün geçtikçe sosyal ve psikolojik olarak içine kapanmaktadır. Bu bireyin sahip olduğu gerçeklik, bugün rap müziğin başlıca temalarından birisidir.
Bakmamız gereken bir diğer kavram, ‘Organik Entelektüel’ kavramıdır. Ayhan Kaya’nın Kreuzberg’te Türkiye’li göçmenlerle yaptığı çalışmasında hiphop kültürüne ve bu kültürün orada yaşayan göçmenler için ne ifade ettiğine detaylıca yer vermiştir. Bu çalışmasının verilerinden derlediği bir yazısında rap’çileri, Gramsci’nin Organik Entelektüel’ine benzetir. İçinden çıktığı grubun temsiliyetini sağlayan organik entelektüel, grubun kültürel birikimini sırtlanır, grup tarafından yönlendirilir ve grubu etkiler.[1]Bu bağlamda baktığımızda rap’çiler bugün, kendilerini sistem karşısında güvencesiz, çaresiz, umutsuz ve en önemlisi yalnız hisseden ve azımsanamayacak sayıda olan bir grup insanın dertlerini anlatmakta, içinde bulundukları durumun yarattığı sıkıntıları dile getirmekte ve belki de uzun vadede insanların bir araya gelmelerine ve yalnız olmadıklarını anlamalarına katkı sağlamaktadır. Bağımsız platformlardaki dinlenme/izlenme oranları gösteriyor ki rap, günümüze kadar sahip olduğu kemik kitle dışında pek çok insan tarafından dinlenmekte ve takip edilmektedir.
Sonuç Yerine
Prekaryanın sınıf bilincine sahip olmaması veya bu sınıfın sınırlarının proletarya kadar kesin bir şekilde çizilememesi gibi sebeplerle ‘Prekarya bir sınıf mıdır?’ tartışmaları hala devam etmektedir. Bu yazının maksadı bu tartışmayı bir yere bağlamak veya kesin bir dille ‘Prekaryanın müziği raptir’ demek değildir. Ancak bu olgunun varlığını tartışmaktan kaçınmanın, üzerine düşünmemenin ve eş zamanlı gelişen hadiseleri incelerken bu olguyu saf dışı bırakmanın çok sağlıklı bir tavır olmadığı kanaatindeyim. Prekarya, Türkiye’deki gerçekliği çok iyi karşılayan bir kavramdır. Bu kavramın temel dayanakları olan güvencesiz, umutsuz, yarınsız, yalnız gibi anahtar kelimeler ise günümüzde yapılan Türkçe sözlü rap müzik tarafından kullanılmakta ve bir sanat biçimi olarak ortaya konulmaktadır. Bu sınıfın/sınıflaşmanın, yani bu anahtar kelimelerin tartışıldığı bir ortamda bu paralellikte ilerleyen rap müziğin popüleritesini mevcut tartışmadan bağımsız okumak doğru olmayacaktır.
[1]Guy Standing, Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf, çev. Ergin Bulut, (İstnabul: İleitşim Yayınları,2014), 18-50.
[2]Ayhan Kaya, “Diyasporada Yapısal Dışlanma ve Berlin’deki Türk Hip-hop Gençliği” Dışarıda Kalanlar/Bırakılanlar der. Aliye F. Mataracı, (İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 2001), 146–.148
*Yazının orijinali Sosyal Demokrat Dergi’de yayınlanmıştır. http://www.sosyaldemokratdergi.org/hazal-cakmak-turkiyede-hiphop-kulturu-ve-rap-muzik/
İlk yorum yapan siz olun