Marksizm201: Marksizm ve Tarih
Dr. Hakan Koçak
28 Ekim 2019
Tarih Vakfı
Başlarken içinde bulunduğumuz döneme dair birkaç şey söylemek isterim: Ben Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji okudum 1990’lı yılların ortalarında. O sıralarda bu oturumların başlığı olan Marksizm, özellikle de benim bölümümde Postmodern düşüncenin büyük bir saldırısı altındaydı, neredeyse meşruiyeti yok olmuştu. Sovyetler Birliği dağılmış, duvarlar yıkılmış, Marksizm’den söz etmek de -özellikle benim alanım olan işçi sınıfı, sınıflar meselesi- son derece demode konular halini almıştı o zamanlarda. O sıralarda yine Fukuyama tarihin sonunu ilan etmişti fakat görüldü ki tarihin sonu olmadığı gibi tarih yeni açılımlarla devam ediyor. Yine Marksizm; eski iddialılığını, gücünü koruyamıyorsa da doksanlarda olduğu gibi de demode ve gündemden kalkmış bir kavram/yöntem değil, artık neredeyse anaakım, yurtdışında çok satan dergilerin kapağında manşete çıkmaya başlayan, deyim yerindeyse insanların tekrardan hatırladığı ve bence giderek de daha fazla hatırlayacağı, sorgulayacağı ve kullanacağı bir yöntem haline yeniden gelmiş gibi gözüküyor. Öte yandan tarihin sonu değil; toplumsal, sosyal ve sınıfsal mücadeleler de özellikle de içinde bulunduğumuz günlerde dünyanın her tarafında –Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya kadar uzanan bir coğrafyada- tüm ihtişamıyla kendisini yeniden ortaya koyuyor. Tümüyle gömülmüş olan sınıf mücadelelerinin de gömüldükleri yerlerden yine bütün ihtişamıyla çıktığını görmek mümkün. Dolayısıyla böyle bir kesitte bu işi yapıyoruz ama öte yandan bütün bunlar olurken Türkiye akademisinden, üniversitesinden genel olarak tüm eleştirel düşüncelerin olduğu gibi Marksizm’in de silindiği veya silinmek istendiği de bir dönemdeyiz aynı zamanda. Özellikle de tarih alanında hâkim olan ırkçı, İslamcı, sağcı, milliyetçi, şoven düşünceyle, fikriyatla ultra piyasacı diyebileceğimiz fikriyatın birbiriyle mükemmel bir senteze ulaştığı mekânlar olduğunu görmek mümkün bugünkü Türkiye sosyal bilimler alanında. Herhalde şu an buraya, Universus ve Tarih Vakfı’nın birlikte düzenlediği bu toplantılara olan ilginin kaynağı, kökeni bu olsa gerek. Doğal olarak özellikle de toplumda genç insanlar eleştirel düşüncelerle tanışmak, onlar üzerine konuşmak ve onlardan yararlanmak isterler. Şu an Türkiye’sinde anormalmiş gibi olmakla birlikte aslında doğal olanı, normali de budur. Dolayısıyla böyle bir kesitteyiz ve yine 28 Ekim günündeyiz. Yarın 29 Ekim, her taraf pankartlar dolu, bugün ve yarın bir dizi etkinlik de Cumhuriyet’in 96. yılı kutlanıyor. Bana sorarsanız ortadan kaldırılmış bir cumhuriyeti kutlayan tuhaf bir toplumuz aynı zamanda. Dolayısıyla da özellikle Türkiye’de tarih meselesine bakarken de tam da bu sembolik gün arifesinde bakmak da başka bir anlam ifade ediyor olsa gerek.
Marksist düşünce tüm sosyal bilimler alanında bir dönem tüm dünyada hâkim olmuş, çok güçlü etkileri olan -tarih alanında da- bir düşünce. Marksizm derken tabii ki önce onun köklerini oluşturan, onu ortaya çıkaran Karl Marx’ın ve onun yol arkadaşı Friedrich Engels’in temel yapıtlarıyla başlayan bir şey ama Marksizm dediğimizde sadece bu temel yapıtlardan söz etmiyoruz elbette. Aynı zamanda Marksizm’in kendisinin de bugüne kadar gelen uzun bir tarihi var. Bugüne kadar gelen bu tarih içinde 1800’lerin başlarından sonlarına kadar yazmış olan Marx ve Engels’in yazdıklarının üzerine çok farklı konular, çok farklı temalar ve çok farklı yöntem arayışlarıyla yazılan çok sayıda eserle de birlikte Marksizm’den söz etmek gerekiyor. Farklı düşünce akımlarıyla etkileşim içinde olan, onlarla sentezler yapan, yapmaya çalışan da bir akım diğer akımlarda olduğu gibi. Dolayısıyla büyük ve oldukça heterojen bir külliyattan söz ediyoruz aslında Marksizm derken. Kurucuların sonrasında özellikle devrim yapan kuşaklar –Lenin’in, Troçki’nin, Gramsci’nin, Lukacs’ın- eserlerinden de söz ediyoruz mesela. Veya özellikle tarih söz konusu olduğunda 1940’lı yılların ortalarından 1950’li yılların ortalarına kadar Marksist tarihçilik deyince en öne çıkan akımlar/mecralardan biri olan İngiliz Marksist Tarihçiler Okulu’ndan (en önemli temsilcisi E.P.Thompson) da söz ediyoruz. Aynı zamanda Fransız kökenli yapısalcıların veya İngiliz yapısalcılarının ve özellikle Althusserci yapısalcılığın bu tarih anlayışına yönelik eleştirileri, itirazlarından da bahsetmek mümkün.
Ders notları UNIVERSUS Araştırma Gönüllüsü Şeyma AKCAN tarafından alınmıştır.
İlk yorum yapan siz olun