Marksizm ve Sınıflar
Dr. Barış Alp Özden
4 Kasım 2019
Tarih Vakfı
Birkaç gündür nasıl bir çerçeve sunayım diye düşünüyorum. Olabildiğince Marx’a atıfla konuşmaya çalışacağım. Yeri geldikçe Marx sonrası Marksistlerin bu sınıf meselesine nasıl baktığına da değineceğim. Buna karar verdikten sonra bocaladım, burada bir zorluk var, çünkü sınıflar dendiği zaman ilk başta aklımıza Marx gelse de ilginç bir şekilde Marx’ta çok net bir sınıf tanımı bulmak pek mümkün değil. Çok farklı yerlerde, farklı kitaplarında, yazılarında sınıfı farklı biçimlerde kullanıyor Marx aslında. Örneğin manifestoda meşhur iki sınıftan bahsediyor. Hatta bütün toplumun kutuplaşarak çevresinde toplanacağı iki temel sınıftan bahsediyor. Sonra Ekonomi Politiğin Eleştirisinde üç büyük sınıftan bahsediyor –burjuvazi ve proletaryanın yanına toprak sahiplerini de katıyor-. Daha sonra Kapital’de de başka sınıflardan bahsediyor. Orta sınıflar, alt/üst orta sınıflar diye başka sınıflardan bahsediyor. Ama sonra tekrar üç tane temel sınıfa dönüyor, aslında Adam Smith’in ortaya attığı gelirlerin kaynağına göre tanımlanan bu üç temel sınıf: ücret sahibi olan işçiler, gelirleri kâr olan kapitalistler ve rant olan toprak sahipleri.
Böyle bir karışıklık var ilk başta, peki bu karışıklık neyden kaynaklı olabilir? Muhtemelen şundan dolayı: Marx için aslında sınıflar çok açık seçik ortada, yani Marx tanımlamaya ihtiyaç duymuyor. 19. yy ortası Avrupa bir sanayi devriminden geçiyor. Tarımdan veya zanaattan kopan yüzbinler milyonlar büyük şehirlerde fabrika çevrelerinde toplanıyor, birbirilerinden farklı hayat tarzları, burada birbirini yakınsamaya başlıyor. Bunu Marx yaşıyor zaten. 1844’te Engels İngiltere’de işçi sınıfının durumunu yazar, orada çok açık ve yalın bir şekilde görülür: Engels bu süreci tarif eder. Bu tarifte önemli olan şudur: aslında Engels şunu görür -burjuvazi alt sınıflara karşı bütün ilgisini yitirmiştir, hiçbir sorumluluk sahibi değildir. Dolayısıyla alt sınıflar büyük bir yoksulluk içerisindedir ama bu yoksulluk içerisinde çok farklı yerlerden, hayatın çok farklı yerlerinden kopan gelen insanlar aslında homojenleşmektedir. Homojen bir sınıf oluşturmaktadır. Dolayısıyla bir devrimin mayası buralarda zaten oluşmaktadır. Marx da kabaca 1843-44 yıllarına geldiğinde kafasında artık bu şey çok açık, yani sınıflar ayan beyan ortada, sınıfların bir mücadele içerisinde olduğu ortada ve toplumsal değişimin esas aktörünün de bunlar olacaktır. O yüzden belki de genel bir sınıf tanımına Marx’ta pek rastlamayız aslında.
Şunu biliyoruz: Marx Kapital’i yazarken kafasında daha büyük bir proje var, farklı ayakları var bu projenin ve projesinin sonunda da sınıfları ele almayı düşünüyor ama ömrü buna vefa etmiyor. Kapital’in ilk cildi kendi hayattayken çıkıyor, kendisi bastırıyor. İkinci ve üçüncü ciltlerini onun ölümünden sonra Engels aslında notlarından derliyor ve bastırıyor. Üçüncü cildin sonunda yarım kalmış birkaç sayfalık sınıflar başlıklı bölüm vardır, daha fazlasını kaleme alamamıştır. 1852 ‘de yazdığı bir mektup var Amerikalı bir arkadaşına, orada “toplumun sınıflara bölünmüş olduğunu ve toplumun bu sınıfların birbirleriyle mücadele içerisinde olduğu benim bir keşfim değildir, benden önceki burjuva iktisatçıları ve tarihçileri zaten bunu görmüştür” der. Ama aslında Marx’ta sınıf, kendisinden önceki ekonomi-politikçiler veya tarihçilerin tarif ettiği sınıftan çok daha farklı bir şeydir. Ve Marx’tan sonra gelecek birtakım sosyologların oluşturduğu sosyal kategorilerden de farklıdır sınıflar. Yani bütün o sosyal tabakalaşma teorileri vs. çok statik, sosyolojik kategoriler olarak sınıfları sunarlar. Marx’ta bu çok daha farklıdır, peki nereden başlayabiliriz? Bir başlangıç noktamız Komünist Manifesto olabilir. Komünist Manifesto’nun hepimizin bildiği çok meşhur, güçlü bir giriş cümlesi olan “bugüne kadarki tüm toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir” vardır. Bu aslında üstünde durulması gerekilen bir cümledir. Cümleyi ikiye bölecek olursak bugüne kadar tüm toplumların tarihi dediğimiz zaman sadece kapitalizme özgü değil, insanlar bir toplum olarak sosyal ilişki oluşturmaya başladıkları andan itibaren sınıflar var. Cümlenin ikinci yarısında ise sınıf mücadeleleri tarihi derken sınıfların tarihi değil sınıf mücadeleleri tarihidir diyor. Burada bir ilişkiye işaret ediyor Marx. Marx’ın sınıf kavramının en önemli özgülleri burada yatıyor. Bir sosyal ilişki olarak sınıfı tarif etmesi, sosyolojik bir kategori olarak değil. Bunu tabii ki sadece bir cümleden çıkartmıyoruz, genel olarak Marx’ın yaklaşımından, yönteminden çıkartıyoruz. Marx’ta ilişki zaten şeylerin varlık koşuludur. Şeylere dışsal değildir ilişki. Hatta ilişkiden önce bir varlık yoktur. Bütün sosyal fenomenler, Marx’ta birer sosyal ilişkidir zaten. Bunu mesela sermaye için Kapital’de ve Kapital’e giderken de çok net bir şekilde tanımlıyor. Dediğimiz gibi Kapital adı üstünde sermaye üzerine bir kitap. Sermayenin ortaya çıkışını, sermaye birikimini, bu birikim içerisinde ortaya çıkan çelişkileri vs. uzun uzun analiz eder burada Marx. Orada sermayeyi de bir sosyal ilişki olarak tanımladığını görüyoruz zaten. Nasıl bir sosyal ilişki bu? Sermaye üretiminin toplumsal bir ilişkisidir diye tarif ediyor. Burjuva toplumunun üretim ilişkisi olarak tarif ediyor. Para değildir mesela sermaye. Bir ilişkidir.
Ders notları UNIVERSUS Akademi Koordinatörü M. Deniz DURDU tarafından alınmış, UNIVERSUS Araştırma Gönüllüsü Şeyma AKCAN tarafından düzenlenmiştir.
İlk yorum yapan siz olun