Sürü Bağışıklığı Epidemiyolojik Neoliberalizmdir
Bu yazının orijinali 19 Mart 2020 tarihinde The Quarantimes adlı blogda Isabel Frey tarafından yayınlanmıştır.
Çeviri: Salih Soysal
Güncelleme: Bu arada Hollanda da kendisini bu yaklaşımdan resmen uzaklaştırdı. Bununla birlikte, bu makalenin amacı, bu stratejinin altında yatan paradigmayı çözmek, etkinliği hakkında bir tartışma yapmak değildir.
Birçok Avrupa ülkesi coronavirüsün yayılmasını durdurmak için tecrit uygulamaya hazırlanırken, birkaç ülke ise değişik bir strateji izlemeyi tercih ediyor: Sürü Bağışıklığı. Olabildiğince insanı test etmek ve sosyal mesafeyi arttırıcı önlemleri uygulamak yerine, virüsün düşük risk altındaki insanlar arasında kasıtlı olarak yayılmasına izin vermek istiyorlar. Böylece nüfusun büyük bir kısmı virüse karşı bağışıklı hale geliyor. Bu görüş sosyal mesafeyi arttırıcı önlemleri uygulamayı reddeden Birleşik Krallık Başbakan’ı Boris Johnson tarafından birkaç gün önce ortaya atılmıştı. İngiltere kendisini bu stratejiden resmen uzaklaştırmış olsa da, Hollanda ve İsveç, Dünya Sağlık Örgütü’nün sert eleştirilerine rağmen bu yaklaşımı sürdürmeye devam ediyor.
Bu ülkeler, sürü bağışıklığının inşasının virüsle başa çıkmak için tek uzun vadeli strateji olduğunu savunuyorlar, çünkü salgın artık sınırlandırılamayacağını ve her zaman yeniden başlayabileceğini düşünüyorlar. Bütün bir ülkeyi tecrite sokmak yerine, salgın halihazırda yayılırken sadece yüksek risk grubundaki nüfusun karantina altına alınması gerektiğine inanıyorlar. Bununla birlikte, sayısız epidemiyolog ve virolog, bu stratejinin çok riskli olması, bilimsel olmayışı ve olası yüksek ölüm oranları doğurabileceği konusunda eleştirilerini dile getirdiler. Londra’daki Imperial College tarafından yakın zamanda yayınlanan bir rapor, Birleşik Krallık’taki hükümet politikasında değişikliğe yol açtı. Bu rapora göre, sürü bağışıklığı stratejisinin Birleşik Krallık’ta 250.000 ölümle sonuçlanacağı tahmin ediliyor. Risk altındaki nüfusu, özellikle virüs yayılmaya devam ettiğinde etkili bir şekilde izole etmek mümkün olmadığından, sağlık sisteminin yetersiz kalması muhtemel ve tamamen çökme riski var.
Epidemiyolojik Neoliberalizm
Neden Birleşik Krallık gibi bir devlet böyle riskli bir yaklaşımı bile değerlendiriyor ve neden diğer ülkeler bu stratejiyi takip ediyor? Nedeni neoliberalizmdir. 1980’lerden beri, devlet odaklı sosyal politikayı, piyasanın özelleştirilmesi ve serbestleştirilmesi ile değiştiren neoliberalizmin politik paradigması tarafından yönetildik. Adaletin piyasaya içkin olduğu inancı, kelimenin tam anlamıyla insana göre kârı önceleyen politik mantığın oluşmasına yol açtı. Ve insanların zihinlerini fakir, güvencesiz veya işsiz olmanın onların suçu olduğuna inandırarak kolonileştirdi.
Neoliberalizmin ironisi ise, sosyal eşitsizlik güçlenirken ve hatta derinleşirken bile, sınıf atlamanın mümkün olduğu yanılsamasını yaratmasıdır. Eğer birisi serbest piyasa koşullarında “başarırsa”, yoksul olmanın halkın kendi hatası olması gerektiğini varsayar. Fakat bu inanç yanlış olmakla birlikte aynı zamanda saldırgandır. Neoliberalizm zenginlerin daha çok zenginleşmesine ve fakirlerin haklarından mahrum kalmasına, güvencesizliğe ve bağımlılığa daha fazla maruz kalmasına neden oldu.”Laissez-faire” politikası gibi görünen şey, zayıflığa karşı otomatik yapısal şiddetin saf ve karmaşık bir sistemidir ve bu da herhangi bir direniş olasılığını paramparça eder.
Sürü bağışıklığı epidemiyolojik neoliberalizmdir. Serbest piyasaya olan koşulsuz inanca benzer şekilde, sürü bağışıklığı, bir salgının en iyi şekilde kontrolsüz bırakılarak üstesinden gelineceği varsayımına dayanır. Fakat tıpkı neoliberalizmdeki gibi, zayıflara ve yoksullara karşı bir şiddet ile sonuçlanır: yaşlı ve engelli insanlar, evsizler, göçmenler ve ciddi sağlık problemleri olan insanlar – yoksulluk ve hastalık arasındaki korelasyon nedeniyle birçoğunun sosyoekonomik durumu daha aşağıdadır. Bunlar, COVID-19’dan ölme riski en yüksek olan insanlardır – özellikle sağlık sistemi yetersiz kalıyor ve doktorlar sadece kurtarabilecekleri kişilere müdahale ediyorlarsa.
Dağılan Refah Devletleri
Bu yaklaşımı savunanların Avrupa’nın en neoliberal ülkelerinden ikisi olan İngiltere ve Hollanda olması tesadüf değildir. Bu ülkeler son on yıllarını toplumsal çıkarlar yerine ekonomik ayrıcalık yaratan politikalar uygulayarak ve sistematik olarak sağlık, eğitim ve barınmayı finanse etmeyi bırakarak geçirdiler. Ekonomik açıdan zararlı tecrit önlemlerine karşı seçim yapmak politik mantıklarına mükemmel uyum sağlar. Ancak İsveç daha kafa karıştırıcı bir vakadır: iyi sosyal politikası ve cömert refah devleti ile uluslararası beğeni toplayan bir ülkedir. Ancak İsveç gibi numunelik bir sosyal demokrasi bile neoliberal politikalara karşı direnç gösteremedi. Çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi, refah devleti de son on yılda sistematik olarak dağıtıldı.
Korona salgınının en büyük zorluğu “eğriyi düzleştirmek” tir, bu başarılırsa, acil ve yoğun bakım kapasiteleri yetersiz kalmayacaktır. Ancak bu üç ülke, yoğun bakım için zaten çok düşük kapasitelere sahip. Sıkı tecrit önlemleri alsalar bile, bu kapasiteler yeterli olmayabilir. İngiltere ve Hollanda, İtalya’nın kişi başına düşen yoğun bakım yataklarının sadece yarısı kadar kapasiteye sahiptir. Ve Avrupa’nın sözde en iyi refah devleti olan İsveç’in ise yarısından bile az kapasitesi var.
Eğer bu ülkeler sağlık sistemi kapasitelerinin yetersiz kalmasını önlemek isteselerdi, çok uzun zaman önce harekete geçmeleri gerekirdi. Fakat bu fırsat çoktan kaçtı. Sıkı tecrit önlemlerinin uygulanması sadece ekonomiyi zorlamakla kalmayacak, aynı zamanda onlarca yıl süren neoliberal politikaların sağlık sistemini çökertmesini ortaya çıkaracaktır. Sürü bağışıklığı stratejisini seçmek, hükümetlere sağlık sistemindeki başarısızlığın sorumlusu olarak kötü yönetimden ziyade, virüsü suçlayabilmesine izin verir. Tıpkı bireysel olarak yoksulların yeterince çabalamadığı için suçlanabilmesi gibi, hasta insanlar da karantina önlemlerini takip etmedikleri için suçlanabilirler. İnsanların ölümlerinden sorumlu tutulan hükümet olmadığı sürece, insanın doğası, kaderi veya kişinin kendi hatası önemli değildir.
Sürü bağışıklığı sadece kötü bilim ya da kötü bir politika değildir. Bu biyolojik bir savaştır. Birçok insan bundan dolayı hayatını kaybedecek ve hükümetler bu konuyla ilgili herhangi bir sorumluluk almayacaklar. Ancak bu strateji bir anda ortaya çıkmadı. Sürü bağışıklığı sistemi, dünyada geçtiğimiz onyıllar boyunca egemen olan politik mantığın, laissez-faire sosyal darwinizmi şeklinde aşırılaşmasının mantıksal devamıdır. Çünkü serbest (kontrolsüz) piyasaya güvenen insanlar, -öldürürse bile- bu kontrolsüz salgına da güveneceklerdir.
[…] This article has been translated to German, Dutch and Turkish. […]