Çinli Virüsü Mü? İnsanlık Ayıbı Mı?
Orhan Akpınar
UNIVERSUS Araştırma Gönüllüsü
Çinli Virüsü Mü? İnsanlık Ayıbı Mı?
Korona virüs salgını Çin’de ilk örneklerine rastlandıktan sonraki birkaç ay içerisinde tüm dünyayı etkisi altına aldı. Pek çok şey söylendi; uzman sıfatlı doktorlar basit bir gripten farkı olmadığını, bunun kasıtlı bir plan olduğunu ifade etti ama kendi adıma en utandığım yorum Doç. Dr. Oytun Erbaş’ın virüsün yalnızca sarı ırkı etkilediği ve karışık gen yapısından dolayı Türklerde fazla yayılmayacağı[1] üzerine yaptığı ırkçı açıklamaydı. Aslında tek başına incelendiğinde ne söylediğini bilmeyen, uzmanlık alanı olmayan bir konuda konuşan herhangi bir doktorun ötesinde dünyanın yaşadığı bir probleme günah keçisi arayanların sayısız örneğinden sadece biriydi. Yalnız bunun özelinde değerlendirmek yanlış olur zira süreç içinde pek çok kişi tarafından da kabul edilen, klinik çalışmalarla desteklenemeyen milliyete bağlı gen kalıtımı düşüncesi hala insanlık olarak birbirimize ne kadar uzak yaşadığımızı gözler önüne serdi.
İnsan gerçekten şaşırıyor ve üzülüyor böyle yorumları gördüğü zaman. Konusu ne olursa olsun belli bir alanda uzmanlık yapmış, eğitimi yüksek bir kişinin elmaya yeşil diye armut demesi ve üstüne de yüksek özgüveniyle kitle iletişim araçlarını kullanarak insanları buna inandırmaya çalışması yürek burkucu. Dünya Sağlık Örgütü zaten yeni bir salgın yaşanabileceğini öngörmüyor değildi. Almanya olası bir yeni grip (influenza) salgını için önlemlerini alıyordu. Doç. Dr. Yavuz Dizdar sanki hiçbir zaman laboratuvar ortamında testler yapılmıyormuş gibi, geçmişte çıkan bir virüs üzerinde virüsü incelemeye yönelik yapılan çalışma raporlarını kendine kanıt göstererek virüsün kasıtlı çıkarılmış olduğuna dair savlarını destekliyor. Prof. Dr. Canan Karatay daha önce aynı familyadan çıkmış başka virüse dayanarak yaptığı akıl yürütmelerle halkın gerekli tedbirleri almasını engelliyor. Dünya görüşlerine körü körüne bağlı, egosu bilgisini aşan insanların bilimsel bilgileri çarpıtarak yaptığı bu bilim şarlatanlığının insanları yanlış bilgiyle besliyor olması kabul edilemez.
Vakalarda suçlu arama eğilimli, çözüm bulmaya yanaşmayan insan yapısı özellikle bu gibi kriz anlarında ulusçu söylemlerle daha belirgin olmaya başlıyor. Önce sanıyoruz ki “asla olmaz”, sonra sanıyoruz ki “bize olmaz”, daha sonrasında olduğunu kabul edemiyoruz ve en sonunda da tüm bunların suçlusu olduğunu düşündüğümüz gruba nefretimizi kusarak olayı çözmüş oluyoruz. Bu salgını çıkaran biz olamayız, bu salgını “başlatan” kişilerin böyle şeyler yapacağı belliydi, bunu yapmayı zaten planlıyorlardı, bunun başımıza geldiği daha önce ne zaman görülmüş? Biz masumuz, biz öngörülü davranıp hazırlığımızı yapmıştık, dünya her zaman çok güzel bir yerdi, İnsanların emrine sunulmuş bu dünyayı elimizden geldiği kadar doğru tüketiyorduk, şimdi bizim gibi tüketmeyen bir başka grubu suçlayabiliriz çünkü sorun iyi ki bizim başımızın altından çıkmadı.
Virüsün ilk görüldüğü yerin Çin’in Wuhan kenti olduğu bilgisi dolaşıma girdikten sonra tüm dünya üzerinde, özelde Çin genelde ise Asya karşıtı bir tepki oluştu. İnsanlar dükkânlarına Çinli insanların giremeyeceğini belirten ilanlar astılar, ülkeler Çin vatandaşı insanların girişlerini yasakladılar, Çin yemeği yapan restoranların yemeklerine yarasa karışmış olabileceği endişesiyle Çin restoranı karşıtı sosyal medya paylaşımları yapıldı ve hatta Çinli insanlar hastalıklı oldukları gerekçesiyle fiziksel saldırıya uğradı[2]. Dolayısıyla Oytun Erbaş’ın yorumu buzdağının görünen kısmının ufak bir parçasıydı sadece. Nitekim ekşisözlük’te “çin virüsü” başlığı altında ne kadar sert söylemlerin olduğunu kendiniz de inceleyebilirsiniz. Bir virüsün Çin’den yayılmış olduğunu söylemekle Çin’in yaymış olduğunu söylemek veya Çinlilerin virüs yaydığını söylemek arasında önemli bir söylem farkı olduğunu düşünüyorum. Birkaç örnek paylaşmam gerekirse:
“wuhan virüsünü, corona bilmem ne diye yumuşatanlara laf çakmıştır.
bal gibi çin’in başımıza bela ettiği virüstür işte neyi eveleyip geveliyorsunuz.
her ülke bu çin denilen ülkeye yaptırım uygulamalıdır. artık kendi başınıza yarasa mı kemirirsiniz, canlı köpek mi yersiniz ne yerseniz yeyin.” 17.03.2020 02:31 always good
“çin halk cumhuriyetinin dünyaya hediyesi olan virüs. sayelerinde 10 gundur evdeyim, kafayi yiyecek noktada kolonya ve sabun kullaniyorum, disari mecburen cikarsam, rahatsiz hissediyorum. *************, bir yarasa yemeseniz ölüyor muydunuz? cok basit ya. ***** git sebze ye, olmadi tavuk ye, et ye ama yarasa nedir ******. allah sizin belanızı versin.” 22.03.2020 04:31 iglesias
“çok doğru ismidir. bu virüs yarasa yiyen pislik bir çinli beş para etmez insan tarafından tüm dünyaya yayılmıştır. milyarlarca cinlinin içinde de bir tane sempati duyulacak insan yoktur zaten. oldum olası sevmediğim, dünyanın en iğrenç mahluklaridir cinliler.” 25.03.2020 01:22 bak suraya yaziyorum
Tabi ki bahsetmekte fayda var, Çinlilere karşı yürütülen sosyal izolasyon kampanyalarını körüklemek konusunda büyük bir rol üstlenen Trump en büyük ekonomik rakibinin sosyal düzlemde yaşadığı bu karalama kampanyasından fayda sağlamak konusunda da geri kalmadı. Katıldığı bir basın toplantısında[3] gazetecilerin Trump’a neden inatla Çinli Virüsü(Chinese Virus) söylemini kullandığını sorması, Trump’ın bütün Çin nüfusunun ve bunun yanında Asya kökenli Amerikan(veya diğer batı ülkeleri) vatandaşlarının toplumsal saygısını kendi politik tutumu uğruna yok etmesinin önüne geçmedi. Bunun akabinde Trump’ın oğlu, Beyaz Saray görevlisi bir kimsenin kullandığı iddia edilen tabirle, Kung-Flu adı altında Çin bayraklı kişinin Trump suratlı Karate Kid’den dayak yediğini gösteren bir Twitter videosu paylaştı[4].
Yalnız bahsetmem gereken çok önemli bir nokta var, o da benim burada savunduğum taraf asla Çin hükümeti olmadığı. Zira Çin hükümet görevlilerinden biri de bu çirkin karalama kampanyası sırasında virüsün 2019 Ekim ayında Wuhan’da gerçekleşen Dünya Ordular yarışması(Military World Games) sırasında[5] gelen 300 Amerikan askeri tarafından getirilmiş olabileceğini iddia etti. Temel olarak eleştiri oklarının yönünü çevirmeyi amaçlayan bu hareket basit bir şekilde bir başka insanlık ayıbı yaratmaktan öteye gitmedi. Hatta baskıcı yönetimiyle kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederek hastalığın şiddetinin erkenden kamuoyuna duyurulmasının, hastalığın yayılımına erkenden önlem alınmasının önüne geçtiği ve şu an yaşanan küresel krize yol açtığı söylenebilir. Fakat Çin hükümetinin davranışını bütün Çin vatandaşlarına mal etmek, insan ve devlet arasındaki uçurumu görmezden gelerek ırkçı düşüncelerimize bir kılıf bulmaktan başka bir şey değildir.
Asıl değinmek istediğim konu şu ki, tarihte daha önce de salgınlar yaşandı. 20. Yüzyılda virüs antijeni mutasyonuna bağlı dört salgın görüldü ve hepsi ortalama 1-2 yıl kadar sürdü. İspanyol Nezlesi(Spanish Flu, İngilizce kaynaklardan Türkçe’ye aktarılan bu tanım, savaştaki devletlerin bu dönemde basın sansürü uygulaması sebebiyle virüsün savaşa girmeyen İspanyol vatandaşları tarafından haber yapılmasından gelmektedir) korona virüsün tersine yaşlıları değil gençleri etkileyen bir salgındı ve 50 milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı. Bu hastalığa sebep olan H1N1 virüsüne yakın virüslerden H2N2, H3N2, H3N1, H5N1, H5N8 virüsleri farklı zamanlarda domuz gribi veya kuş gribi adı altında tekrar tekrar yaşandı. Doğal yaşamın tahribatı sonucu çıkan Ebola virüsü de uzun süre Afrika’da etkiliydi. Yakın tarihe baktığımızda da SARS ve MERS gibi iki tehlikeli virüsün çok fazla yayılmadan kontrol altına alınabildiğini görürüz. Yani virüsler en nihayetinde canlı yaşamının bir parçası ve öyle ya da böyle zaman zaman tekrar ortaya çıkıyor.
Korkuyoruz ve panikliyoruz. Dünyada sürekli gerçekleşen virüs salgınlarından biri herkesin kapısında aynı anda belirince ne yapacağımızı şaşırdık. 2015’te yaptığı bir TED konuşmasında Bill Gates dünyada gerçekleşebilecek olası bir küresel virüs salgınına ne kadar savunmasız olduğumuzdan bahsetmişti. Virüsün yarasadan veya herhangi başka bir vahşi hayvan tüketiminden yayıldığını gösteren net kanıtlar yok zira zaten problem virüsün nereden yayıldığı da değil artık. Nüfusumuz artıyor, tüketimimiz artıyor, her geçen an daha fazla temas halindeyiz. Bizimle yaşayan her şey de gerek inek, gerek tavuk, gerek sokak hayvanları, gerek evcil hayvanlarımız, gerek alanını işgal ettiğimiz vahşi hayvanlar da hem bizimle hem kendi aralarında daha dar bir alanda yaşamak zorunda kalıyorlar. Virüs yanlış zamanda yanlış yerde ortaya çıkan bir patojenden ibaret ve dünyanın daha çok yeri ayak basılabilir olduğu müddetçe her canlının yanlış yerde olma ihtimali de artıyor.
Virüsün etkin olduğu yerleri incelersek de virüsün yayılma etkisiyle nüfus yoğunluğu arasındaki ilişkiyi kolayca fark edebiliriz. Virüsün İstanbul’da, New York’ta, Paris’te, Münih’te, Milano’da en yüksek sayılarda görülmesi, Çin’in merkezinde bulunan 11 milyon nüfuslu Wuhan’dan çıkması gibi doğal karşılanabilir bir durum. Piyasanın en yüksek hızda işlediği, uluslararası dolaşımın en yüksek olduğu, insanların işine gitmek için 3 taşıt kullandığı bölgeler virüsün de yayılmak için en rahat ortamı bulduğu yerler oluyor. Keza üretim verimini artırmak için küçük bir alana hapsedip endüstriyel tüketim ürünü muamelesi ettiğimiz büyükbaşların, küçükbaşların ve kümes hayvanlarının hasta olmamaları için neden düzenli antibiyotik vermemiz gerektiğini düşünürsek; hastalıkların neden ofislerde, sınıflarda pencere açamayıp havasız kaldığımız kış aylarında çabuk yayıldığını dikkate alırsak, nüfus yoğunluğunun hastalıkların yayılmasına olan etkisini günlük yaşamda da fark edebiliriz.
Dünya’da yalnız yaşamıyoruz. Ne yazık ki 1970-2014 yılları arasında dünyadaki hayvanların %60’ını yok ettik[6]. Bu şu an 7.5 milyarı geçen insan nüfusunun başına gelseydi, 6 milyar insanın ölmesi anlamına gelirdi. Yok olan canlılar insan dışı hayvanlar olduğu zaman pek ilgimizi çekmiyordu ama şimdi fark ettik ki bizler de dünya ekosistemindeki canlılarız. Hava zehirleniyor, su kirleniyor, toprak yok edilip yerini dev beton yapılara bırakıyor. Sürekli daha fazlasına ulaşmaya çalışan hırsımız bizi köşeye sıkıştırmış durumda. Gidecek, görecek, fethedecek başka bir yer kalmadı. Doğada binlerce yıl içinde oluşan kaynakları üretim gücümüze güç katan makinelere yakıt olarak son 300 yılda harcadık. Refah ve bolluktan gözümüz dönmüş biçimde, yarınımızı düşünmeden yaşadığımız yılların bittiğini anladık. Artık nefes almakta zorlanıyoruz ve küreselleşme ağımızın son noktasına ulaştık.
Birkaç farklı yol var önümüzde, yediğimiz her şeyi sterilize edebiliriz (bağışıklık sistemimizi yok etmeyi de göze alarak zira antibiyotik direnci nedenli ölümler artmaktadır), hayatımızın kalanını evden çıkmayarak veya yalnızca sterilize edilmiş yolları kullanarak geçirebiliriz, ülkeler arası teması sıfıra indirip olası bir salgın durumunda salgın olan ülkeye uzaktan uzağa üzülerek bakabiliriz (veya bize üzülerek bakmalarını izleriz) ya da en azından doğaya saygımızı bir nebze arttırarak oluşabilecek salgınların dünyanın geldiği kalabalık ve küresel noktanın, kapitalist tüketim ve yayılma hırsının ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul edip bu tip kriz durumlarına karşı önlemlerimizi önceden alabiliriz. Tabi aslında krize karşı önlem alması gereken kişiler bireysel olarak bizler değiliz. Evimize yiyecek ve dezenfektan depolayıp bir sonraki salgını beklemek, yiyecek depolayacak imkânı olmayan insanları düşünürsek böyle bir krizi engellemeyecektir.
Tüm ülke hükümetleri ve bilhassa da Amerika, şu an para basmakla meşgul. Nakit para yaratmak kriz anı ihtiyaçlarımıza çabuk bir çözüm sunuyor, ancak para ve kâr odaklı yaklaşımların geleceğe yapacağı sorumsuz yük konusunda pek bir şey anlatmıyor. Şirketler batıyor ve asgari ücretli çalışanlarının vergisiyle beslenen devletlerden kurtarma talep ediyor. Sokağa çıkmamak öneriliyor ancak kiramızı nasıl ödeyeceğimizi kimse söylemiyor. Bunların hepsi aslında kapitalizmin sonsuz ilerleme fikrinin altında yatan sonuçlar. Kimse dünyanın durabileceğini hesaplamamış. Kimse çarklar çalışmazsa nasıl yaşayacağımızı hesaplamamış. Herkes düzenin her zaman devam edebileceğine inanmış. Bu bahsettiğim kimse ve herkes biz değiliz çünkü bizim zaten dünden arta kalan yemeğimiz hiç olmadı. Biz değiliz çünkü üretim güçlerinin kumandasını kontrol etmiyorduk. Biz değiliz çünkü biz zaten iş yapmazsak aç kalacağımızın farkındaydık. Uzun süredir ilk defa hayat herkes için durabilir hale geldi. İlk defa dünya, bize her şeyin ne kadar kolayca yıkılabileceğini gösterdi.
Peki şimdi ne yapıyoruz? Önce kimin “biz” olduğunu tekrar anlamamız gerek. Ondan da öncesinde “biz olmayan”ın da aslında biz olduğunu anlamamız gerek. Basit bir insanlık dürtüsü aslında bu. Birlik olmadan yaşayamıyoruz. Aynı şekilde toplumsal düzen bir noktada durursa da kimse yaşayamıyor. Çinlileri yok edince virüs son bulacak mı? Daha çok fabrika inşa ettikçe mi bir salgın daha yaşanmayacak? Ülkesini iyi(!) yöneterek ekonomik ilerleme sağlamak mı hayatımızı kurtaracak? Elimizi yıkayınca bir daha hasta olmayacak mıyız? Belki bu kriz bize güzel bir ders olur ve daha akıllıca sorular sormaya başlayabiliriz.
[1] https://www.sabah.com.tr/saglik/2020/03/05/doc-dr-oytun-erbastan-koronavirus-ile-ilgili-carpici-aciklamalar
[2] https://www.nbcnews.com/news/us-news/coronavirus-hate-attack-woman-face-mask-allegedly-assaulted-man-who-n1130671?cid=sm_npd_nn_tw_ma
[3] https://www.aljazeera.com/programmes/newsfeed/2020/03/trump-defends-calling-coronavirus-chinese-virus-200323102618665.html
[4] https://www.independent.co.uk/news/world/americas/us-politics/coronavirus-donald-trump-jr-instagram-kung-flu-kid-meme-video-pompeo-g7-a9430841.html
[5] https://www.the-scientist.com/news-opinion/chinese-officials-blame-us-army-for-coronavirus-67267
[6] https://www.cnnturk.com/yasam/insanlik-44-yilda-hayvanlarin-yuzde-60ini-yok-etti
İlk yorum yapan siz olun