COVID-19 Sürecinde Bir İşçi ve Bir Feminist Olarak Mücadelem
Maddalena Manca[i]
Çeviri: Fethiye Beşir-İletmiş
Bu yazı ilk olarak 28 Nisan 2020 tarihinde Spectre Journal‘de yayımlanmıştır.
Hem bir fabrika işçisi hem de bir feministim. Konuyu kamuya açık şekilde konuşanlar genellikle erkek olsa da son haftalarda dâhil olduğum mücadele hem fabrika içinde hem fabrika dışında bir kadın mücadelesi.
Şubat ortasında, COVID-19 haberleri İtalya’da yayılmaya başlasa da neredeyse belirsiz, düzenli bir şekilde önemsizleştirilen uzak bir yankı olarak kalmaya devam etti. Ancak günler içerisinde patronlar kabul edilemez bir seçimle bizi karşı karşıya getirmeye başladı: iş ve sağlığımız arasında bir seçim. Ardından gelen çatışma, işçilerin işyerinde sağlık ve güvenlik hakkı için defalarca mücadele etmeleri nedeniyle çok sert geçiyor. İş güvenliği ve çalışan sosyal yardımı olmayan sektörlerde bile, işçiler kendilerinin ve ailelerinin sağlıklarının ciddiye alınmasını talep etmek için patronlarla mücadele ettiler.
Salgın, çeşitli baskı biçimlerini ve sistemdeki çatlakları daha belirgin hale getirerek üretim ve toplumsal yeniden üretim arasındaki çelişkileri öne çıkardı. Mücadelemizin hikayesini anlatacağım ama bunu, sağlık ve iş arasındaki seçimin yanı sıra, ev içi emek ve okulların kapatılması sebebiyle fazlasıyla artmış bir yük olan çocuk bakımının olağan yükünü taşımakla da karşı karşıya kalan kadın işçilerin bakış açısından yapacağım.
24 Şubat’ta, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü), tüm üretim yerlerine, bulaşıcılığı sınırlamak için takip edilmesi gereken prosedürleri anlatan ve çalışanlara KKE (Kişisel Koruyucu Ekipman) sağlamanın gerekliliğini vurgulayan bir broşür gönderdi. Üç gün sonra, ayın 27’sinde, salgın bir krize dönüştü. Hükümet, şirketlerin çalışanlarına KKE sağlamalarını istedi, ancak ekipmanlar ya yoktu ya da bulunmaları zordu. Yine de yayılma hızla artarken üretim devam etti.
Çalıştığım fabrikada, bizi çalıştırmadan önce ateşimizi ölçtüler. Yirmi üretim hattında arada sadece beş santimetre mesafeyle çalışan üç yüz işçiyiz. Bu gerçekten korkutucuydu. Yaşlı ebeveynlerimiz ve akrabalarımıza bakıldığından ve çocuklarımızla evde okul tarafından ilgilenildiğinden emin olmak için sürekli birilerini dürtmek zorunda kaldık. Bu arada, hükümet daha fazla kapatma önlemi ve yerinde sığınak düzenlemesi ilan etti, ancak ev içi yükü iki katına çıkarken çalışmaya devam eden kadın işçiler için herhangi bir hükümde bulunmadı.
Çalıştığım fabrikada, molalar sırasında bu krizin kadınların üzerindeki belirli yükleri nasıl arttırdığını tartışmaya başladık. İşe gelerek hayatlarımızı riske atmak zorundayken sabahları 4.30’da uyanıp evdekilerle ilgilenildiğinden de emin olmak zorunda olduğumuzu konuştuk. Özellikle yürürlükteki güvenlik prosedürlerinin yetersizliğini tartışmaya başladığımızda öfkemiz büyümeye başladı. Aynı havayı soluduk, aynı odalara doluştuk. Virüs bizim için somut bir gerçeklik haline geldi: her birimiz bir taşıyıcı olabilirdik ve yine her birimiz yanımızdakinin o olmadığını umuyorduk.
İlk harekete geçenlerin kadınlar olması bu yüzden şaşırtıcı olmamalı. WhatsApp ve sosyal medyayı haberleri yaymaya başlamak için kullandık. Talebimiz ya şirket üretimi durdurur ya da biz greve çıkarızdı.
Mart başında on beş fabrikadaki işçiler, yüz maskesi ve ayırıcılar olmadan bu tehlikeli koşullarda çalışmayı reddettiler. 6 Mart itibarıyla otuz dokuz fabrika greve çıktı ve 10 Mart’ta grevler ve ablukalar ülke çapında süratle yayıldı.
Bu noktada, sıradan işçiler tarafından düzenlenen spontane grevler ve protestolarla zorlanan sendikalar, hükümetten açık pazarlık başlatmasını istemeye zorlandı. 13 Mart’ta radikal sendikalar dağıtım hizmetlerini, hizmet ve temizlik sektörlerini ve fabrikaları harekete geçirecek genel grev çağrısında bulundu. Ertesi gün, 15 Mart’tan itibaren zorunlu olmayan tüm üretimi durdurma talebimizi kabul eden büyük sendikalar nihayet hükümetle bir araya geldiler.
Ancak mücadele sona ermemişti. Hükümetin açıklamasından hemen sonra binlerce şirket, çalışmaya devam etmek için kuralın bir istisnası olarak kabul edilmeye koştular. İtalyan İş Konseyi (Confindustria), “küresel pazar öyle istiyor” diye kapatmayı protesto etmek için güçlü sesini yükseltti. Confindustria hükümet üzerindeki baskısını sürdürdü ve hükümet zorunlu olmayan üretimle ilgili yasağının 3 Mayıs’a kadar uzatılacağını duyurduğunda, Confindustria buna keskin bir şekilde itiraz etti ve protesto için Toskana’da bayrağını yarıya bile indirdi.
Bu, COVID-19’dan ölen herkes için bir hakaret ve enfekte olma ve sonuçta yoğun bakım ünitesine düşme riskiyle fabrikalarda çalışmaya devam eden bizler için bir tokat. Hayatımızı riske atma pahasına sadece çok küçük parçalarını görebileceğimiz kârları elde etmeye devam etmek isteyen patronların kibri, bizi kendimize “Gerçekten de böyle yaşamaya devam etmek istiyor muyuz?” sorusunu sormaya zorluyor.
Hayatlarımız ve haklarımız için verdiğimiz mücadelenin önümüzdeki dönemde kolay olmayacağının farkındayız. İşçi sınıfının İtalya’da karşı koymaya başladığı an, patronların hemen misillemeye hazır olduklarını gösterdiklerini unutmamalıyız.
İçinde yaşadığımız, ister bir fabrikada, bir süpermarkette, bir hastanede, bir ofiste ya da bir evde çalışsın kadın işçilerin en büyük darbeyi aldığı gerçek bir sınıf savaşı: Her şey bizi çok etkiliyor ve mücadelenin en ön saflarındayız.
Hizmet sektöründeki mücadelelerin biri Non una di meno (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) hareketinin feminist sloganını ödünç aldı: “Hayatımıza değer verilmezse biz de dururuz.” Tekrar bu noktadan başlamalıyız. Sağlığımız ve işimiz arasında seçim yapmamız istenemeyeceği için mücadeleye devam edeceğiz. İşleri başka bir şekilde yapmak zorunlu ve acil çünkü kapitalizm ve patriyarka, sömürü ve ölüm üretiyor ve “Artık Yeter!” demenin tam zamanı.
[i] Maddalene Manca İtalya’nın Macerata kasabasında bir tekstil fabrikası işçisi ve “Non una di meno” (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) feminist hareketi aktivisti.
İlk yorum yapan siz olun