“Öğrenci beni hoca olarak görmediği için uyardığımda dikkate almayabiliyor”
Pınar Eldemir
“Öğrenciler projelerini yapıyorlar ben de onlara mentorluk yapıyorum aslında. Hoca bütün gruplara yetişemeyeceği için her hafta buluşuyoruz. İşte her aşamada şimdi bunu yaptınız, şimdi materyallerinizi hazırladınız gibi adımların üzerinden geçiyoruz. Dersin hocası her hafta için detaylı mükemmel bir program hazırlamış. Çok da düzenli tertipli bir hocadır. Öğrencilerle toplantımızda ödevleri teslim etmeleri gereken tarihi söyledim. Onlar da bana bir şey sordular. Dedim bunu ben bilmiyorum cevabını yarına kadar hocadan öğrenir size söylerim siz tamamlar gönderirsiniz dedim. Tamam dediler. Bir öğrenciyle geçiyor bu diyalog aramda bu ama sözde diğer grup üyeleri de orada. Ertesi gün aynı kişiler mail attı yani bu deadline dün mü verildi, biz iki hafta sonraya zannediyorduk diye. Sen bize öyle demiştin falan gibi. Ben dedim ki ben de size haftaya, iki hafta sonra diye bir şey söylemedim. Söyledin bilmem ne falan. Bu deadline’ı sizin kontrol etmeniz gerekiyor zaten demeye çalışıyorum. Bir noktada şey oldu, adımı söyleyip Aslıcım daha dün toplantı yaptık ödevinizi yaptın mı diye sormadın. Ben böyle şey error verdim. Bak ben ödev kontrolü yapmıyorum. Tabi ki yapmayacağım. Çocuk bakıcılığı yapmıyorum çünkü. Ödevlerinizi ve deadline’larınızı siz takip edeceksiniz. Eğer zaten ben takip edeceksem ben yapayım sizin projenizi siz oturun yani. (…) Üslubuna dikkat et lütfen ben senin arkadaşın değilim dedim. Sonra arkadaşım olmadığını biliyorum ben saygıdan dedi. Saygı böyle bir şey değil. Saygıdan derken aramızdaki samimiyete dayanarak dedi, e biz samimi değiliz ki! Bir de şöyle bir salaklık yaptım o dönemde yardımcı olayım çocuklara yazıktır diye. Dedim ki, siz şeyi hocaya göndermeden önce bana gönderin ben şöyle bir göz gezdireyim ondan sonra teslim edersiniz dedim. Halbuki hiçbir arkadaşım yapmıyormuş böyle ben nereden bileyim yani. Bir sabah, o gün deadline var yine, gecenin bir vakti atmışlar buna bir bakabilir misin falan diye. Sabah uyanır uyanmaz onların mailini gördüm. Dosyayı açtım ve içeriğe bakamadım bile. Referansları bile eh işte ve bunlar 3. sınıf öğrencisi. Onları düzeltmişler söylediklerime göre. Notlar açıklandı 0 almışlar. Ben içeriği kontrol etmedim. Sonra şey diyorlar sen kontrol etmiştin ona rağmen 0 aldık. Dedim ne yapabilirim? Ben de kendimi suçlu hissediyorum acaba ben de eksik bir şey mi yapıyorum diye” (Aslı)
Bugün öğrencilerden bahsedeceğiz. Akademinin aslında en önemli parçalarından biri olan öğrencilerin, asistanların akademideki çalışma pratiklerini ne kadar etkilediğinin pek çok kişi farkındadır diye düşünüyorum. Çünkü öğrenciler aslında hocasının yerine derse gelen asistanı bir yere koymakta zorlanabiliyor. Ancak Aslı’nın tecrübeleri bu şaşkınlığın bir tık ötesine geçmiş gibi gelmişti bana onu ilk dinlediğimde. Kendisi de son derece farkındaydı ve gülüyordu bu yaşadıklarına şakayla karışık bir biçimde.
Aynı günün akşamında Kadıköy tarafına geçip bir sonraki görüşmeciyi beklemeye ve not almaya başlamıştım. Çok geçmeden Aysel de geldi. Sohbet etmeye başladık önce. Doktorasını yeni aldığından ve araştırma görevlisi olarak çalıştığından bahsetti. Öğrencilerle ilgili konuşmaya başladığımızda ise şunları söyledi:
“Yani senelerdir süregelen bir şey var. Bize de hocalarımız aynı şeyi söyledi. Onlara da büyük ihtimal hocaları aynı şeyi söylemiştir. Her sene bir önceki senenin daha azını anlatıyorum. Ben dalga geçiyordum üniversitedeyken hani bir şey kalmamış olması lazım bize kadar. Ders anlatıyor yani ne, ne söylüyor bu adam diye bayağı sinirleniyordum. Sonradan dedim ki 8 senedir asistan olduğum için 8 senelik bir şeyim var en azından ve karşılaştırabilirim yani. Gerçekten çok kötüye gidiyor çünkü öğrenciler de -yetiştirme tarzları ile alakalı olabilir ya da her şeye ulaşımın kolay olmasıyla alakalı olabilir- her şeye hakkı var gibi görüyorlar kendilerini ya da umursamıyor. Bilmiyorum biraz zorlanıyorum o açıdan. Mesela geçen dönemki öğrencileri çok sevdim. Mühendislik öğrencileri ama taban puanın biraz üzerinde gelmişler. Yine de çok gayretliler. Hani kitaplarını alıyorlar, derse geliyorlar. Derste bir şey soruyorum cevap alıyorum. Dersler çok keyifli geçiyor. Sınav yaptık ortalama 30 çıktı. O kadar kötü hissettim ki kendimi. Hani dedim ki ben bunlara hiçbir şey anlatamamışım demek ki. Çok ciddi bir problem. Yani gerçekten üzüldüm. Sınıfa gittim dedim arkadaşlar problem nedir. Hani dersi anlatmam mı size uymuyor, başka bir yöntem deneyelim hani slayttan anlatıyorum, slayt hiç kullanmayalım ya da videolarla mı yapalım ne yapalım dedim. Yok hocam sorun sizde değil, sorun bizde. Sorun ne? Nasıl soru sorulacağını çok alışamamıştık. E peki tamam onu değiştirelim. Alıştınız mı peki? Evet, alıştık hocam. İkinci sınavı yaptım notları yükselsin diye. 32 bu sefer. Yani bilmiyorum, bizim de kendimizi geliştirmemiz gereken taraflar var ama biraz şey hazıra o kadar alışmışlar ki. Mesela birisi dedi ki hocam başka bir hoca herkesin puanına 15 ekliyor. Dedim sen zaten 10 almışsın, ben sana 15 ekleyemem ki!” (Aysel)
Aysel’in örneğinde ders vermeye yeni başlamış genç bir akademisyenin tecrübelerini dinlemiştim. Başkasının yerine değil, bizzat kendi dersini vermeye başlamıştı. Ancak öğrencilerden böyle bir talep gelebiliyordu ve zamanla buna da şaşırmamaya başladığını söyledi.
Peki öğrencilerle nerelerde karşılaşıyoruz eğer hiç derse girmiyorsak? Sınav gözetmenliklerinde. Bu görevler daha önceki yazılarda da değindiğim gibi çok çetrefilli olabiliyor. Bu yazıda asistanların öğrencilerle adeta bir polis gibi karşılaşmak durumunda kaldıkları anların üzerinde duralım istiyorum. Ceren Damar’ın sınavda kopyasını yakaladığı öğrencisi tarafından öldürülmesinden sonra çok kişi bu meseleyi konuşmaya başladı ama çok üzgünüm ki bu sorunlar her zaman vardı. Örneğin yüksek lisans döneminde asistanlık yaparken kopya çektiğini gördüğüm ve rapor yazdığım bir öğrenci gelip “seninle okul çıkışı görüşeceğiz!” dediğinde ben ve sınıftaki asistan arkadaşım öldürülmedik diye kendimizi şanslı mı hissetmeliyiz? Hayır. Bu durum Merve için de böyle.
“Ceren Hoca olayından sonra falan üzerine çok düşündüğüm bir şey oldu ve hatta bir sınavda beni çok sinirlendirmişlerdi ve o zaman da söylemiştim. Sınavlarda çok önem veriyorlar sınav düzenine bölümde. İki tane bölüm başkan yardımcısı hocamız vardı. Özellikle bir tanesi çok titizdi bu konuda. Öğrencilerin böyle şişelerinin su kağıtlarını bile çıkarttırıyordu. O yüzden öğrenciler sınava geldiklerinde genellikle küçük sınıflar olunca bir gözetmen oluyor. Daha büyük amfilerde iki gözetmen oluyor. Öğrenciler sınıfa geldiklerinde hemen yönlendiriyoruz işte çantanızı koyun, montunuzu asın, telefonunuzu kapatın, işte suyunuzun etiketini çıkartın. Sadece işte kalemleri kalıyor, kalem kutularını bile kaldırmak zorundalar. Bu sefer öğrenciler biraz geriliyorlar. Bir de böyle bazı öğrencilerin işte böyle yerini değiştirmek istiyorsun hani anlıyorsun ki orada böyle bir kopya çekme girişimi olacak ya da yanındaki arkadaşı da çok hareketliler bir şekilde. Yer değiştirmesini istiyorsun mesela ve böyle çok saygısızca davranabiliyorlar. Zaten orada bizler de çok gergin oluyoruz sınav öncesi. Çünkü hocaya karşı bir sorumluluk var. Hani orada defalarca söylemene rağmen öğrenci işte montunu asmıyor, çantasını kaldırmıyor. Bu sefer hoca girdiği zaman sanki sen orada hiç bunları umursamamışsın, hiçbir şey yapmamışsın gibi düşünülüyor. Bir yandan öğrenciyi de anlıyorum. Evet yani suyun şişesinin etiketini çıkartmak ben öğrenci olsam ben de ya ne yapıyoruz ÖSS’ye mi giriyoruz diye düşünürdüm. Onları anlıyorum ama açıkçası hocalardan da laf duymak istemiyorum yani böyle bir şey yüzünden. O yüzden orada öğrencilerle hep bir gerilim oluyordu aramızda. Özellikle işte erkek öğrenciler o konularda böyle çok rahat ve laçka davranıyorlar. Uyardığım zaman, birkaç kez tartıştığım öğrenciler oldu. Hatta bir keresinde sınıf doluydu. Bir erkek öğrenci girdi içeriye böyle yaylana yaylana geldi. Ben de dedim ki, diğer sınıfa git bu sınıfta yer yok dedim. O beni yanlış anladı böyle. Sonra bu sınıfta mısın diye ısrarla sordum hani böyle şey gruplara göre sınıflar dağıtıldı. İlk önce onu sordum hatta. Bilmiyordu grubunu. Dedim ki, diğer sınıfa git. Siz beni istemiyorsunuz zaten deyip bir dayılandı yani orada. Zaten sınav başlamış, başladı başlayacak yani. Bu şekilde ikili diyaloğa girdik ve hani orada ben şey söyledim ya dedim hani bu kopya olayı yüzünden, bu tavırlar yüzünden ne olduğunu biliyorsunuz Ankara’da. Hiç böyle hiçbirinin haberi yok böyle bomboş bakıyorlar” (Merve)
Merve’nin anlattıklarında en çok dikkatimi çeken şey ciddiye alınmama korkusu sonucunda akademik hiyerarşiden yana canının sıkılacağı bir yaptırımla karşılaşacağı düşüncesi olmuştu. Asistanların polis olmaya mecbur bırakıldığı bir yapının içinde Özlem ilk yıllarında onların “arkadaşı” gibi davrandığını ama bunun uzun vadede yararlı olmadığını görmüş ve bu yüzden de onlarla sınırlı bir iletişim kurmaya karar verdiğini söylemişti bana bir başka görüşmede. Yazıyı Yeliz ve Elif’in birbirinden farklı zamanlarda anlattıkları ile tamamlamak istiyorum.
“Saygılı davranmalarını sağlamak bizim üzerimize düşen bir vazife gibi olduğu zaman, yani sürekli öğrenciye sınırını çizmek zorunda kaldığım zaman çok geriliyorum. Öte yandan, nasıl davranacağını bilen saygılı ve kibar öğrenciler motivasyonumu daha da arttırıyor, bu iş biraz da onların yüzü suyu hürmetine devam ediyor” (Yeliz)
“Yaşça yakın olmamız kimi öğrenciyle gözetmenlikler sırasında sorun yaşamamıza da sebep olabiliyor. Beni hoca olarak görmediği için çekinmiyor da uyardığımda dikkate almayabiliyor” (Elif)
İlk yorum yapan siz olun