İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Pınar Eldemir yazdı: “Varlığımın gitgide küçüldüğünü hissediyorum akademinin içinde” | Akademideki Sorunlar V

“Varlığımın gitgide küçüldüğünü hissediyorum akademinin içinde”

Pınar Eldemir

Akademide olmaya dair pratikleri konuştuk şimdiye kadarki yazılarda. Hepimizin bildiği gibi bu süreç oldukça çetrefilli. Türkiye özelinde konuşacak olursam üniversitelerin bir parçası olmanın fazlaca yolu var. Bunlardan ilki kurumlarda açılan cari kadrolara başvurmak. Hani şu Hukuk lisans mezunu olup Matematik Öğretmenliği yüksek lisansı isteyebilecek kadar absürt ilanların da olabildiği süreç. İkincisi yarı zamanlı öğretim üyesi olarak ders vermek. Bunun nasıl işlediğine dair bir yerde bir ilan okuyan varsa lütfen bize yazsın. Zira bu da sosyal ilişkiler yoluyla ilerleyen bir süreç. Bir de vakıf üniversitelerinde burslu yüksek lisans/doktora asistanı olabilirsiniz ancak burada da bulunduğunuz kuruma göre yaşayacağınız travma değişkenlik gösterebilir.

Biraz sistemsel biraz da kurum kültürü ile alakalı olan bu akademik travma günün sonunda para almadan asistanlık yaptığınız ve bunu yapmayı sevdiğinize kendinizi inandırdığınız bir sürece evirilebilir. Bugün üzerinde durmak istediğim şey ise hem mesleğe giriş sürecinde yaşanabilecek zorluklar hem de bu esnada aynı anda nelerle uğraşmak zorunda olabildiğimiz. Örneğin Aysel ÖYP üzerine konuşurken şöyle söyledi: 

“Ben ÖYP’li değilim. O sıra ÖYP muhabbetleri de başlamıştı. Şimdi zaten onlara izin vermiyorlar başka yerde doktora yapmalarına. Çünkü hani bir dayanakları var yönetmelikte ama ben cari kadrodayım. Hani bölüm başkanı ile konuştuğumda şey gibi bir şey dedi sonuçta sen buranın personelisin ve dolayısıyla başka yerde doktora yapıyor olman iyi bir şey değil. Sen benden ders aldın mı diye sordu. Ben de almadım hocam dedim. Sen benden ders al o zaman gibi bir şey dedi. (…) Orada da sınırları çok zorlayamıyorsun.” (Aysel)

Seda ise mesleğin tanımını yaparken aynı anda farklı kurumlarda çalışmanın sıkışmışlık hissi yaratması üzerinde durmuştu:

“Bir arkadaş gündelikçi olarak tanımlıyordu bizi. Şu an şey kısıtlaması getirdiler, birçok kurum sadece bir kurumda yarı zamanlı çalışmaya izin veriyor. Bu böyle çok formal yazılı bir kural değil ama böyle başka bir yerde ders veriyorsanız sizi işe almıyorlar. Yani bu da geliri çok kısıtlıyor. Çünkü genelde yarı zamanlı olunca tabi ki az sayıda ders veriliyor ve başka bir yere gidemiyorsunuz. Eskiden insanlar gidebiliyordu. Üniversite üniversite geziyorlardı.” (Seda)

Elif’in anlattıkları ise akademiye girmenin aslında son derece sınıfsal olduğunun bir kanıtı gibiydi:

“Benim ailem eğitimim için çok çaba sarf etti yani hani dişinden tırnağından verip okumam için çabaladılar. İşçi bir babanın çalışmayan bir annenin çocuğuyum. Çok çabaladılar gerçekten ve onun da karşılığını elimden geldiğince vermeye çalıştığımı düşünüyorum. Lisans bittikten sonra master için acaba gerekli mi dediler. Yani bu kadar kendini yormaya, daha fazla kendinden vermeye ihtiyacın var mı acaba, acaba mesleğini eline alıp daha rahat bir hayata yönelsen mi? Bunu ne için yaptıklarını tam çözemedim ama orada bir o aşırı destekten sıyrıldım. O aşırı destek bitti orada zaten. Daha sonrasında ben zorlandıkça onlar yaparsın yerine acaba bıraksan mı dediler. Eve gelip yemekten kalkıp bilgisayar başına oturup benim çalışmam lazım diyor olmam çok rahatsız ediyordu onları.” (Elif)

Derin ise bir hocanın asistanı olmanın ne anlama geldiği konusunda düşüncelerini paylaşmıştı görüşmemizde.

 “Bizim bölümde şöyle şeyler olmaya başlamıştı o proje asistanlığı vesilesiyle hani bir hocanın asistanı. Şimdi bir hocanın asistanı olmak bence bir insanın hayatında düşebileceği en kötü noktalardan biri. (…) Ben çok şükür bir hocanın asistanı olmadım ama son gelen bölüm başkanı ve şu anki bölüm başkanı biraz öyle görüyor beni. Zaten bölümde benim dışımda başka bir asistan yok. O hem iyi hem kötü. Çünkü daha önceki üniversitemde çok asistan olması hani şartların farklı olmasına neden oluyordu yani sen bu işi yap sen bu işi yap oluyordu. Şu an en azından başka araştırma görevlileri de var ama farklı bölümdeler. Hani ben tekim, işim net yani. O bunu yaptı o bunu yaptı yok. (…) Bu yaşlı olan hocamız örneğin şey demişti, bir an bütün hocalar kendilerine proje yapıp asistan almaya başlamışlardı. Kulağımıza gelen şey tabi ki bu. Hani çocuklar böyle şeyler yapmayın hocanın asistanı olmaz. Çocuklara böyle işler verdirmeyin, hani yapmayın. Böyle iş olmaz yani, hoca asistanı diye bir şey olmamalı falan deyip böyle onları uyarmış ama öyle olmadı yani. (…) Şeyi biliyorum yani, erkeklere kol kası gerektiren işler vermişlerdi ya o mesela bir arkadaş hocanın arabasına- hatta birkaç kez oldu- arabasından bir şey aldı hani. Anahtarı veriyor hoca git arabamdan bir şey al, işte böyle çanak çömlek bir şeyler almış onu falan taşımış arkadaş ofise hani ve sinir olmuştu. Erkek asistandı. Ve bunu yapan da genç bir hocaydı. Bence böyle genç hocalarda daha fazla var böyle, yaşlılardan ziyade” (Derin)

Her görüşmemizde akademideki toplumsal cinsiyet eşitsizliğine değindik. Burada özellikle Aylin’in akademide iletişim kurmak için gerekli hiyerarşinin cinsiyetli bir yapısı olduğunu söylemesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Kendisi şunları söyledi: 

“Akademiye baktığımda örneğin yaş olarak aslında daha yakınız bazı hocalarla biraz benim de yaşım itibariyle belki (…) Hocalar bu yollardan geçmişler biliyorlar. Böyle öğlen birlikte yemeğe çıkmamak olabiliyor. Kendi aralarında çıkıyorlar yemeğe ya da işte okuldaki muhabbetlere dahil edilmemek, girememek. Sizin orada muhatap alınmamanız birkaç kişi konuşurken. Erkekler bu konuda erkek hocalarla iletişim konusunda daha avantajlılar. Hani onu çok net gördüğümü söyleyebilirim yani sosyalleşme anlamında. Yani aynı odayı paylaştığım bir erkek asistan arkadaşım vardı hani hocalar geldiğinde mesela erkek hoca onun yanına gelip böyle gayet işte muhabbet, sohbet, gırgır şamata. Erkek muhabbeti ama böyle bir akademik bir muhabbet de değil. Onlar çok çok daha rahat sosyalleşiyorlar da. İşte benim sınavıma o gelsin, işte çıkışta şöyle yapalım böyle yapalım. Hani o hiyerarşi kadınlar arasında daha çok var. (…) Söz konusu erkekler olunca o hiyerarşi erkek hocalarla kırılabiliyor. Kadın hocalar da erkek asistanlara hani yaramaz erkek çocuk gözüyle de bakabiliyorlar. Öyle bir şey de söz konusu. Hani siz biraz daha böyle orada var olmaya çalışıyorsunuz ama akademik seviyenizden dolayı zaten hani yüksek lisans-doktora arasında bile bir hiyerarşi farkı var. Akademik düzeyinizden dolayı daha hiyerarşinin altında görünüyorsunuz. İşte zaten dediğim gibi aman aman bir entelektüel ortam yok. Oralarda zaten çok yer alamıyorsunuz. O hiyerarşiden dolayı böyle. Tam yani böyle daha ne diyeyim iş yaparak yani bir şekilde. Çünkü bölüm başkanınız ve yöneticilerinizin inisiyatifine bağlı sizin orada çalışma koşullarınız. Öyle, ne yazık ki öyle yani.” (Aylin)

Aylin’in söylediklerine ek, bir psikolojik şiddet örneği olarak Esin’in tecrübelerinden faydalanmak istiyorum.

“Eski hocam aşırı talepkar bir insan olduğu için işte saat gece 1:30’da arıyor. Açmazsanız işte ertesi gün sabahın köründe 6’da arıyor. Sonra onu da açmazsanız okula gider gitmez temizlik yapan elemanlar var onlara söylüyor Esin geldiği zaman bana haber vereceksiniz diye. Cep telefonunu açmazsanız odadan arıyor. Odadan kimin aradığını bilmediğiniz için mecburen açıyorsunuz. Diyor ki odama gel. Ve şey yapıyor işte, seni gece aradım aa tabi genç kadınsın belki meşguliyetlerin vardır. Mesela benim erkek arkadaşım yoktu. İşte diyor ki erkek arkadaşın olsa biraz daha rahat olursun. Bunu söyleyen hoca kadın bir hoca” (Esin)

Yarın Esin’le bıraktığımız psikolojik şiddet örneği üzerinden gidecek ve bunun önüne nasıl geçilir üzerinde duracak ve alternatifleri tartışacağız. Günlerdir konuştuğumuz bu şeyler karanlık, üzücü ve yıpratıcı. Farkındayım. Bunları dinlemek beni de yıprattı oldukça. Ancak her şeyin bir alternatifi vardır. İnatla ve ısrarla diyorum ki, o alternatifi kuracağız!

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir