İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

1918 “İspanyol” Gribi Sırasında New York’taki Kira Grevleri | Çeviri: Fethiye Beşir-İletmiş

1918 “İspanyol” Gribi Sırasında New York’taki Kira Grevleri

Sınıf savaşı salgın boyunca New York sokaklarını kasıp kavurdu.

Michael Richmond

22.05.2020

Çeviri: Fethiye Beşir-İletmiş

Orijinal Metin: https://www.opendemocracy.net/en/oureconomy/new-york-rent-strikes-during-the-1918-spanish-influenza/

“İspanyol” gribinin savaş yorgunu dünyayı 1918-1919 boyunca birkaç dalgayla kasıp kavurduğu bir yüzyılda, şimdilerde COVID-19’un bir yüzyıldır yaşanan en kötü pandemi olduğunu duymaya alışıyoruz. Grip dünya çapında elli milyon veya daha fazla can aldı, sadece Hint Altkıtası’nda yirmi milyona yakın insan öldü. Küresel nüfusun %1-5’i kadarının hayatını kaybettiğine dair farklı tahminler, üst üste geldiği vahim savaş boyunca ölenlerin sayısını gölgede bırakıyor. Hastalığın niteliği yakalanma hızıydı. Üstelik, taşıyıcılar herhangi bir belirti göstermeden önce yayılabiliyordu. “İspanyol” gribi orantısız bir şekilde, toplam ölümlerin yarısından fazlasını oluşturan genç yetişkinleri vurdu, hamile kadınlar da özellikle yaygın kurbanlar arasındaydı.

Grip felaketi zaten yanmakta olan bir dünyanın üstüne geldi. 1918’in sonuna kadar savaş şiddetlenmekle kalmadı, Rusya’da da devrim, kendisini ezmeye çalışan iç ve dış güçler karşısında hayatta kalmak için savaşıyordu. Mısır, Hindistan ve İrlanda’da, İngiliz yönetimine karşı sömürge karşıtı hareketler şiddetlendi. Savaş sonrası toplumsal devrim girişimleri Almanya, Macaristan ve başka yerlerde nihayetinde ezilecekti. New York’ta salgının en yüksek olduğu noktada sınıf savaşı da şiddetlendi ve şimdi dikkatimizi oraya yönelteceğiz.

New York gribi

1918’de New York, Londra’nın hemen ardından dünyanın en kalabalık ikinci şehriydi. Şehir, ilkbaharda virüsün ilk zirvesini, sonbaharda ise küresel olarak ölümcül ikinci dalganın bir parçası olarak çok daha kötüsünü yaşadı. Hem yetkililer hem de basın salgına kayıtsız kaldı. Asıl odak noktaları seferberlik moralini yüksek tutmaktı. Hükümetin ve basının kampanyaları, vatanseverleri grip korkusunun kendilerini yenmesine izin vermemeye cesaretlendiren şeylerle doluydu. Şehrin sağlık sorumlusu Royal Copeland, New York’un ülkenin en büyük limanı ve ABD askeri birliklerinin ana giriş ve çıkış noktası olmasına rağmen, salgın tehlikesi görmedi. Pek çok fakir New Yorklu’nun yetersiz beslendiği gerçeğini göz ardı eden Copeland, hastalığın “iyi beslenmiş insanları” etkilemeyeceğinden emindi.

12 Ekim’de, resmi kayıtsızlığın ve tedbirsizliğin simgesi haline gelecek bir etkinlikte, Başkan Woodrow Wilson, moral yükseltmek ve Amerikalıları savaş tahvillerine yatırım yapmaya teşvik etmek için Beşinci Cadde’de yapılan 25.000 kişilik bir geçit törenine öncülük etti. Muhalif sesler, o zamanlar bu tür halka açık toplantıların çok zarar vereceği konusunda uyarıda bulundular ancak görmezden gelindiler. Enfeksiyon ve ölümler o ayın zirvesine ulaşacak ve yeni yıla kadar devam eden üçüncü bir dalga gelecekti.

En sonunda enfeksiyonun yayılmasını hafifletmek için önlemler alındı. Bazı işletmeler ve halka açık yerler kapatıldı. Başka yerlerde, kalabalığı azaltmak amacıyla açılış saatleri kademelendirildi. Cenazelere sadece eşlerin katılmasına izin verilerek kalabalık törenler yasaklandı ama okullar açık tutulmaya devam edildi. New York’taki resmi ölüm sayısı 33.000 kişiydi, ancak gerçek sayının önemli ölçüde daha yüksek olduğu düşünülüyor.

Toplumsal Bağlam

Yirminci yüzyılın başlarında New York, büyük ölçüde etnik açıdan ayrı mahallelere ayrılmış olsa da işçi sınıfının kalabalık bir mücadele merkeziydi. Sendikalar ve sosyalist partiler kuruluyor ve büyüyordu, birden çok dilde radikal gazeteler geniş çapta okunuyordu ve çeşitli sektörlerde işyeri grevleri düzenleniyordu. Yaşama ve çalışma koşulları, korkunç bir aşırı kalabalık olma durumu ve temel güvenliğin eksikliği ile karakterize ediliyordu. Bu durumu en iyi, 1911 yılında gerçekleşen ve çoğunluğunu Doğu Avrupa Yahudisi ve İtalyan kadın ve kız çocuklarının oluşturduğu 146 konfeksiyon işçisinin öldüğü Triangle Shirtwaist fabrikasındaki trajik yangın gösterdi.

Bu yeni göçmen toplulukları, akın akın işçi sendikalarına gelerek ve yeni kiracı sendikaları kurarak o dönemde New York’ta örgütlü işçi hareketine egemen olacaktı. Aynı şekilde bütünleşemeyen “göçmen” topluluğu ise Afrikalı Amerikalıların Güney’den, New York gibi Kuzey şehirlerine, zaten yerleşik Siyah nüfusu büyük ölçüde arttıracak şekilde gerçekleştirdiği “Büyük Göç” idi. Jim Crow South’un linç girişiminden ve borç krizinden kaçan güneyli Siyahlar, savaş zamanı işleri vaatleriyle de cezbedilmişti. Ancak, ırksal ayrımcılık ve beyaz şiddetiyle karşılandılar ve bunun en uç noktası, Amerika çapında Siyah karşıtı pogromların yaşandığı “Kızıl Yaz”ında sergilendi. Kira grevi, (beyaz) kadınlar için oy hakkı kazanılması, Amerikan Komünizmi’nin doğuşu ve Garveyizm’e ani destek patlamasıyla Güney’den daha çok Kuzey’de daha popüler olan ikinci Ku Klux Klan’ın ani yükselişi aynı döneme denk geldi.

Grip dönemi kira grevcileri herhangi bir şekilde sıfırdan başlamıyordu. Savaş öncesi birçok kira grevi gerçekleşmişti. New York Times’a göre 1907-8 yıllarındaki kira grevi, kentin o zamana dek gördüğü en büyük kira greviydi. Haftalarca sürdü ve işçi sınıfından Yahudi kadın ve kız çocukları, özellikle de 16 yaşındaki bir fabrika işçisi ve sosyalist olan Pauline Newman tarafından yönetildi. Grev büyük ölçüde Aşağı Doğu Yakası’nın ya da Manhattan’daki Harlem’in ya da Brooklyn’deki Williamsburg ve Brownsville’in Yahudilerin çoğunlukta olduğu mahalleleriyle sınırlı kaldı.

Savaş öncesi grevler birkaç zafer kazansa da New York konut krizi bitmiyordu. Gerçekten de ABD’nin 1917’de savaşa girmesi, ABD ekonomisinin ve ticaret ortaklarının kaynaklarını ve üretimini savaşa yönlendirerek krizi derinleştirdi. Malzeme fiyatları işçi maliyetlerindeki artış nedeniyle konut inşaatları durma noktasına gelirken sosyal konut kavramı da nefret edilen bir şey olarak kalmaya devam etti. Artan taleple birleşen konut kıtlığı, mülk sahiplerini daha da güçlü bir konuma getirdi.

Kiracı-Ev sahibi karşıtlığı derinleşiyor

“Hoşuna gitmiyorsa, taşınabilirsin.” Bu New Yorklu mülk sahiplerinin ortak nakaratıydı. “Yaban domuzu” ve “köpekbalığı” veya ırkçı bir kinayeyle “tefeci” olarak bilinen mülk sahipleri, pek çokları için nefret nesnesiydi. Kapitalist bir toplumda adalet terazisi her zaman özel mülkiyetin ve sahiplerinin korunmasına yöneliktir ve savaş zamanı New York’ta da durum çok açık bir şekilde böyleydi. Mahkemeler ve polis, sadece mülk sahiplerini ve kiracılarının yaşamları üzerindeki inanılmaz güçlerini desteklemek için var gibi görünüyordu. Bir mülk sahibi, kiracısını istediği zaman “istenmeyen kişi” olarak vasıflandırabilirdi ve evden çıkartmak için hiçbir kanıta ihtiyaç duymadan güçlü yasal dayanaklara sahipti. Bazıları kapris yaparak evlerini çocuklu kiracılara vermemeyi tercih ediyordu. Diğerleri, çok fazla yumurta almazlarsa veya çocuk sahibi olmazlarsa kiralarını daha düzgün ödeyebileceklerini söyleyecek kadar kiracıların harcamaları ve yaşam tarzları hakkında karar verecek cesareti buldular.

Savaş zamanı New York, kömür kıtlığı nedeniyle daha şiddetli hissedilen çok soğuk kışlar yaşadı. Yakıt ve gıda fiyatları hızla yükselirken kömür ve ekmek isyanları savaşın sonuna doğru şehri vurdu. Yahudi ev kadınları fiyatları yükselten esnaflara karşı boykotlara öncülük ettiler. Kiracılar, mülk sahiplerini kömür stoklamak ve sıcak su vermemekle suçladılar. Ancak karşıtlık, geçici kömür kıtlığından daha fazlasıydı. Kiracılar, yıllar süren kötü muamele, zorbalık ve dairelerde onarım veya yenileme yapılmamasından bezmişlerdi. Düzenli işsizlik ve babalarla oğulların savaşa gitmeleriyle uğraşan yoksul aileler, mülk sahiplerinin kira zamları ile kopma noktasına kadar gerildiler. Bugünle özdeşleştirebileceğimiz gibi, kiralar, başka yerlerden kesinti yapmaya zorlayacak kadar, ki bu sıklıkla çocuklarının ağızlarındaki lokmayı almak anlamına geliyordu, çoğu işçinin gelirinin yarısından fazlasını götürüyordu.

Herkese zorla kira artışları yapılıyordu, hatta o kadar kısa sürelerle kira artışı yapılıyordu ki bazı durumlarda kiralar bir yıldan kısa bir sürede yüzde 90-100 artıyordu.

Kiracıların buna ilk çözümü zamlardan kurtulmak için sık sık daha ucuz mahalleler arayarak taşınmak oldu. Ama kiralar her yerde yükseliyor gibiydi. Kiracılar, başka şansları olmadığı için riskli kira grevlerine mecbur kaldılar. Hakimlerin devamlı olarak mülk sahiplerinin yanında oldukları barınma davalarıyla dolup taşan mahkemeler tarafından korunmadılar.

Kira grevleri

Sonraki üç yılda kiracı mücadelesi dalgasının birincil silahı haline gelecek kira grevleri 1918’de birdenbire başladı. Sosyalist Parti’nin gazetesi olan The New York Call‘da, Bronx’taki kiracı mitingi düzenleyen bir aktivistin “bin kişiyi birden tahliye edemezler!” sözleri yayınlandı. Barınma mücadelesinin ölçeği, savaş öncesi kira grevlerine kıyasla büyüklük olarak arttı ve bu mücadele döngüsü örgütsel ayak izlerini bırakacaktı. Robert M. Fogelson, “Kiracı eylemliliğinin altın çağı olan Mayıs 1918 ve Nisan 1920 arasında, New York’ta binlerce olmasa da yüzlerce kira grevi yapıldığını” yazdı. Fogelson, “altın çağı” savaş öncesi grevlerle karşılaştırıyor: “savaş sonrası kira grevleri, binlerce değil yüzbinlerce kiracıyı çekti ve düzinelerce değil yüzlerce hatta binlerce binayı etkiledi.”

Bunun nedeni kısmen, mücadelenin İtalyan, İrlandalı, Polonyalı, Alman ve Afrikalı-Amerikalıların katkı vermesiyle etnik hatlar arasında viral bir şekilde yayılmasıydı.  Bize hem tahliyelerin ölçeği hem de onlara karşı yürütülen mücadeleler hakkında fikir veren The New York Call, Nisan 1918’de “önünde mobilya olmayan kiralık evlerin bulunduğu bir apartman görmeden caddeden geçmek neredeyse mümkün değil. Tüm bloklar örgütlenmiş. Hemen hemen her blokta, greve gidilen bir evin önünde bebek arabalarını ileriye ve geriye süren bir kadın alayı var.” diye haber yaptı.

Evet, bu ağırlıklı olarak işçi sınıfından militan göçmen kadınların liderliğindeki bir hareketti. Ev kadınları genellikle ev bütçelerinden ve çocuk bakımından sorumluydu. Eşlerinin ve büyük çocuklarının çoğu ya işte ya da savaştayken, onlar kendileri ve aileleri için geçim araçlarını korumak için umutsuz bir savaşa girmişlerdi. Kira grevlerine ne zaman başlanacağına ve nasıl örgütleneceğine kadınlar birlikte karar veriyorlardı. “Grevci” binaların dışında grev hatlarını koruyan ve mahkemede destek vermeleri için büyük sayıda katılımcıyı toplayanlar kadınlardı. Köşe başı toplantıları ve kitlesel mitingler düzenleyerek yeni kiracı birlikleri oluşturdular. “Grevdeki” apartman blokları, Yidiş dilinde ve İngilizce olarak, “bu ev grevde!” yazan kırmızı bayraklar ve işaretlerle donatıldı. Grev gözcüsü kadınlar, kiracılar arasındaki “grev kırıcılara” karşı kendi içlerinden gelen baskıları, tehditleri, dışlamaları ve ara sıra saldırıları takip ederken polis ve mülk sahiplerinden gelen şiddete ve tacize karşı da durmak zorundaydılar. Bütün bunları çocuklarına bakarken yapıyorlardı.

Grevlere ve sendikalara yeni kiracılar kazandırıldıkça herhangi bir hareket için çok önemli olan dayanışma güçlendi ve büyüdü ve her başka bir bina greve katıldığında diğer apartmanlardan ve küçük işletmelerden yerel destek sağlandı. Diğer binalardaki kiracılar arasında sempati grevleri hızla yayılmaya başladı. Grevciler, binalarda çalışan sendikalaşmış “ahmaklardan” (kâhya için Yidiş dilinde argo bir sözcük) veya işçilerden, kiracıların grevde olduğu binalarda çalışmamalarını veya tahliyelere yardım etmemelerini talep ederek yardım   istemeye çalıştılar ama nadiren başarılı oldular.  Tahliye edilen grevciler, hızla hâlâ bir çatı altında olanlara hemen taşınıp küçücük dairelere sıkıştıkça “ikiye katlanmak” yaygın bir uygulama haline geldi. Manhattan, Brooklyn ve Bronx’ta kiracı sendikaları hızla çoğaldı. Genellikle Sosyalist Parti’ye veya 1919’da yeni kurulan Komünist Parti’ye bağlı olan bu tür bir örgütlenmeye, mülk sahibi sınıfının kolektif örgütlenmesiyle mücadele etmek için şiddetle ihtiyaç vardı. Sosyalist Parti grevciler için yaygın bir şekilde yasal destek de sağladı.

Grevciler, sıklıkla Komünizm karşıtlığı, yabancı düşmanlığı ve antisemitizmle birlikte acımasız polis şiddetine maruz kaldılar. Zamanın NYPD Müdürü “Eğer kiranızı beğenmiyorsanız, çıkın. Eğer kira sistemimizden memnun değilseniz geldiğiniz yere dönün” dedi. “Ahmaklar” da tahliye esnasında, kiracıların eşyalarını kaba bir şekilde sokağa attıkları için yıpratıcı ve dikkatsiz olabiliyorlardı. Bazı mülk sahipleri grevdeki zorlu kiracıları dövmeleri ve grevleri kırmaları için çete tuttular. Grevcileri aşağılamak ve sorun yaratanların başına neler gelebileceğini göstermek istediler.

Böylesi şiddetli bir hücumun ortasında, kira grevcileri ancak direnebilirlerdi. Tahliye için gelen polisleri ve “ahmakları” püskürtmek için tuğlalar, taşlar ve şişeler atılırken Brooklynli ev kadınları “tahliyeleri gerçekleştirmek için gelenlerin üzerine çaydanlıktan kaynar su döktü”. Mülk sahipleri ve ailelerine yönelik tehditler, korkutmalar ve şiddet olağanlaştı. Bazı kiracılar, mülk sahiplerini çetelerle bağlantıları olduğu söyleyerek tehdit ederken bazıları kendileri dövdüler. Bir kiracı mülk sahibine silah bile çekti. Mülk sahiplerinin kuklaları yakılırken bir grup kiracı üzerinde mülk sahibinin adı kazınmış bir tabutu sokaklarda dolaştırdı. Kira grevi hareketi mülk sahipleri için sokaklarda yürümeyi güvensiz bir hâle getirdi. O kadar ki çoğu koruma tutmak zorunda kaldı.

Bazı kiracılar, mülk sahiplerinin maddi zarara sokmak için tahliye edilmelerinden önce eve hasar verdiler. Bazıları ise doğrudan mülk sahibinin kendi evine saldırmayı tercih ettiler. Grevleri olabildiğince sürdürmek revaçtaydı. Grevciler, mülk sahiplerini yasal harç ödemek ve “ahmaklara” ödeme yapmak zorunda bırakarak olabildiğince masraf çıkarmak için tahliyeleri ertelemeye çalıştılar. Mülk sahipleri, evlerinin vergilerini ve ipotek ödemelerini kira gelirlerinden ödedikleri için grevciler, uzun süren, bıktırıcı ihtilafların maliyetlerini çekmektense kira artışlarından vazgeçeceklerini veya hatta kiraları indireceklerini umdular. Bazı grevciler kazandı, bazıları kazanamadı. Çoğu durum mahkemede çözüldü.

Sonuç

Bazıları için bu mücadele devrimci ufuklara sahipti ve konutun bu şekilde metalaştırılmasıyla yüzleşmeyi amaçlıyordu. O dönemde bir Sosyalist Parti adayı “Sosyalist Parti daha az kira ödemeniz gerektiğini söylemiyor. Kira ödememeniz gerektiğini söylüyor.” diye açıklıyordu. Bu, binlerce işçinin radikalleştiği bir yoğun bir militanlık dönemiydi. Diğerlerinin amaçları tahliyelerin ve çok yüksek kiraların ertelenmesi gibi umutsuz bir teklifti. Mülk sahipleri, yargıçlar, politikacılar ve polis, grevler için “Bolşevikleri”, “dış mihrakları” ve diğer “Amerikan olmayan” etkileri suçladı. Radikalleşmeyle ilgili “göçmenler” suçlandı ve kargaşaya çözüm olarak çoğunlukla sınır dışı etme işlemine başvuruldu. Gerçekten de 1919’daki “Kızıl Korkusu” nedeniyle federal hükümet, anarşistlere ve Dünya Sanayi İşçileri Sendikası’na karşı yürüttüğün eşgüdümlü baskı ve şiddetin bir parçası olarak binlerce radikali sınır dışı etti.

Bu konut mücadeleleri döngüsünün doğrudan bir sonucu olarak, 1920’lerde sosyal konut inşası değilse de kira kontrolleri kabul edildi. Ölümcül bir salgının ortasındaki bu kiracı eylemliliği dalgası, kiracıların ısınmaya erişimini ve ev sahibinin kaprislerini azaltmayı başararak temel yaşam koşullarında iyileşme sağlanmasına yardımcı oldu. Kiracılar, sınıf güçlerinin dengesini mevcut siyasi sistemden taviz vermeye zorlayacak ve ortalama kiraları önemli ölçüde azaltacak bir dereceye kadar etkilemişti. Siyahların sosyalist dergisi The Messenger‘ın Temmuz 1919’da ortaya koyduğu gibi, mücadelenin kendisi, “mülk sahiplerinin ölmesi durumunda toprağın ve evlerin yok olmayacağını halka öğretti.”

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir