Bruno Latour
Çeviri: Gülşin Çiftçi
Genel bir kapanmışlık ile Büyük Perhiz Dönemi arasındaki öngörülemeyen tesadüf, dayanışma maksadıyla hiçbir şey yapmamaları ve savaş cephesinden uzakta kalmaları istenenler tarafından hâlâ hoş karşılanıyor. Bu zorunlu perhiz, bu laik ve cumhuriyetçi Ramazan insanların neyin önemli neyin önemsiz olduğunu düşünmeleri için iyi bir fırsat olabilir. Virüsün hayatlarımıza yaptığı bu müdahale, yaşam koşullarının yeniden düzenlenmesinin gerekli olacağı ve günlük hayatın dikkatlice halletmemizi gerektirecek tüm detaylarının hepimize meydan okuyacağı bir sonraki krizden önce bir elbise provası olarak hizmet edebilir gibi duruyor. Diğerleri gibi ben de bu sağlık krizinin bizi iklim değişikliğine hazırladığı, ikna ve teşvik ettiği hipotezini ileri sürüyorum. Bu hipotezin hâlâ test edilmesi gerekiyor.
İki krizin art arda ortaya çıkmasına olanak sağlayan şey toplumun klasik tanımının bir anlam ifade etmediğinin beklenmedik ve sancılı bir şekilde farkına varılmasıdır. Toplumun durumu her zaman çeşitli aktörler (çoğu, insan formunda olmayan aktörler) ile arasındaki ilişkilere bağlıdır. Bu, sadece Pastör’den beri bildiğimiz gibi mikroplar için değil aynı zamanda internet, hukuk, hastanelerin organizasyonu, devletin lojistiği ve iklim için de geçerlidir. Ve elbette, virüse karşı “savaş halini” çevreleyen gürültüye rağmen, zincirin yalnızca bir halkasını oluşturan maske veya test stoklarının yönetimi, mülkiyet haklarının düzenlenmesi, sivil alışkanlıklar ve dayanışma gösterileri bulaşıcı faktörün virülans (şiddet) derecesini tanımlarken eşit miktarda önemlidir. Sadece bir zincirini oluşturduğu ağ bütün olarak dikkate alındığında, aynı virüsün Tayvan, Singapur, New York veya Paris’te aynı şekilde hareket etmediğini görürüz. Bu pandemi, geçmişte yaşanmış kıtlıklardan veya halihazırdaki iklim krizinden daha “doğal” bir fenomen değildir. Toplum sosyal alanın dar sınırlarının ötesine geçeli uzun zaman oldu.
Bununla birlikte, bu paralelliğin ne kadar ileri gittiği benim için net değil. Ne de olsa sağlık krizleri ilk defa yaşanmıyor ve hızlı, radikal devlet müdahaleleri de şu ana kadar pek de yenilikçi olmadılar. Cumhurbaşkanı Macron’un şimdiye kadar acınacak derecede yetersiz olduğu devlet başkanı rolünü üzerine almaktaki hevesine bakmak yeterli. Pandemiler liderlerde ve iktidardakilerde terör saldırılarında olduğundan çok daha iyi bir derecede –ne de olsa terör saldırıları polisin işidir– apaçık bir “koruma” duygusu uyandırır (“biz sizi korumakla yükümlüyüz,” “siz bizi korumakla yükümlüsünüz”). Bu koruma duygusu devletin otoritesini yeniden şarj eder ve başka koşullar altında ayaklanmalara sebep olacak şeyleri talep etmesini sağlar.
Fakat bu devlet yirmi birinci yüzyılın ve ekolojik değişimin devleti değil; bu, on dokuzuncu yüzyılın ve biyoiktidarın devletidir. Rahmetli Alain Desrosières’ın deyişiyle, istatistik devletidir: yani, yukarıdan görülen ve uzmanların hükmü ile yönetilen bir bölgesel ağ üzerinde yapılan nüfus yönetimi.[1] Bugün yeniden canlandığını gördüğümüz şey tam olarak bu—tek fark, bir ulustan diğerine, dünya çapında ilerleyerek çoğalıyor olması. Bana kalırsa, içinde bulunduğumuz durumun özgünlüğü şuradan doğuyor: Dışarıda sadece polis güçleri ve ambulans sirenleri varken eve hapsolarak, adeta doğrudan bir Michel Foucault dersinden çıkmış gibi görünen biyopolitika kavramının karikatürize edilmiş bir biçimini kolektif bir şekilde canlandırıyoruz. Diğerleri evlerinde saklanmaya devam edebilsinler diye her halükârda çalışmaya zorlanan birçok işçinin gözden çıkarılması da buna dahil—kendilerine ait evlerde saklanma ihtimali olmayan göçmenlerden bahsetmiyorum bile. Fakat bu karikatür tam olarak artık bize ait olmayan bir zamanın karikatürü.
“Seni hayattan ve ölümden korurum” ya da bir başka ifadeyle; sadece bilim insanları tarafından bilinen ve etkileri sadece istatistik toplanarak anlaşılabilen bir virüsten korurum diyebilecek bir devlet ile, “seni hayattan ve ölümden korurum çünkü bağlı olduğun insanların her birinin yaşanabilirlik koşullarını yerine getiriyorum” demeye cesaret edebilecek bir devlet arasında büyük bir uçurum var.
Bir düşünün. Cumhurbaşkanı Macron’un, Churchill edasında, gaz ve petrol rezervlerini toprağa bırakmak, böcek ilaçlarının pazarlamasını durdurmak, derin sürmeyi kaldırmak ve barların açık alanlarındaki ısıtıcıları yasaklamak için bir önlem paketi duyurduğunu bir hayal edin. Nasıl ki gaz vergisi sarı yelek isyanını tetikledi, böylesi bir duyuruyu izleyecek olan ayaklanmaların ülkeyi ateşe verdiğini hayal edin. Buna rağmen Fransız halkını ölümden ve kendi iyilikleri için koruma isteği bir ekolojik kriz durumunda sağlık krizine kıyasla çok daha makuldür. Çünkü ekolojik kriz sadece birkaç bin kişiyi değil kelimenin tam anlamıyla herkesi etkiler ve sadece kısa bir süreliğine değil, sonsuza dek.
Böyle bir devletin var olmadığı aşikâr- belki de şansımıza. Daha çok endişe veren şey ise bu devletin bir krizden ötekine geçişi nasıl hazırlayacağını göremememizdir. Sağlık krizi anında hükümet, klasik anlamda bir eğitici rolüne sahiptir ve otoritesi eski ulusal sınırlarla mükemmel bir şekilde örtüşmektedir—Avrupa sınırlarına ani dönüşün arkaizmi bunun üzücü kanıtıdır. Ekolojik değişim meselesinde ise bu ilişki tersine döner: İnsanlar küreselleşmiş üretimden kaçmaya çalışırken, yeni biçimlerde hayatta kalmaya çalıştıkları bölgelerin hangileri olacağını çokbiçimli (multiform) insanlardan, değişik seviyelerde öğrenmesi gereken yönetimin ta kendisidir. Mevcut devlet tepeden inme önlemler almaktan ve onları dikte etmekten tamamen aciz olacaktır. Sağlık krizi halinde, sanki ilkokuldaymışçasına, ellerini nasıl yıkamaları gerektiğini ve dirsek içine öksürmenin önemini yeniden öğrenmek zorunda kalanlar cesur vatandaşlar ise, ekolojik değişim durumunda kendini öğrenme pozisyonunda bulacak olan devlettir.
Fakat “virüse karşı savaş” figürünün bu kadar gerekçesiz olmasının bir başka nedeni daha var: Sağlık krizinde insanların virüslere karşı bir bütün olarak “savaştıkları” doğru olabilir —her ne kadar bu virüsler bize özel bir ilgi duymuyor ve bir vücuttan ötekine geçerek bizi istemeden öldürüyor olsalar da. Ekolojik değişimde ise durum bunun tam zıttıdır: Bu sefer, şiddetli virülansı gezegenin tüm sakinlerinin yaşam koşullarını değiştiren patojen bir virüs değil, aksine insanlıktır! Ama bu bütün insanlar için geçerli değil, sadece bize savaş ilan etmeden bize karşı savaşa girişenler için geçerli. Ulusal devlet bu savaş için olabildiğince kötü hazırlanmış, kötü kalibre edilmiş ve olabildiğince kötü tasarlanmış, çünkü savaşın cepheleri birden fazla ve her birimize etki ediyor. Bu sebepledir ki, virüse karşı sergilenen “milli seferberlik” bir sonraki krize hazır olacağımızı hiçbir yönüyle kanıtlamıyor. Her zaman bir savaş geride olan askeriye değil.
Fakat yine de hiç belli olmaz; Büyük Perhiz günleri, laik veya cumhuriyetçi, olağanüstü değişimlere yol açabilir. Evlerine sıkışmış milyonlarca insan bu çoktan unutulmuş konforu yollar sonra ilk defa buldu: Onları her açıdan ve gereksiz yere ajite edenler üzerine düşünme ve durumu kavrama zamanı. Bu uzun, acı verici ve beklenmedik perhize saygı gösterelim.
[Bu makalenin orijinali 25 Mart 2020 tarihli La Monde’da yayımlanmıştır.]
Türkçeye İngilizceden çevrilmiştir.
Bruno Latour, Sciences Po Médialab ile bağlantılı bir emeritus profesörüdür.
[1] Alain Desrosières, The Politics of Large Numbers: A History of Statistical Reasoning, trans. Camille Naish (Cambridge, Mass., 2002).
İlk yorum yapan siz olun