İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kitap İncelemesi | “Taşra Üniversiteleri: AK Parti’nin Arka Kampüsü”-Tuğba Tekerek | Hazırlayan: Ruveyda Şendoğan

Taşra Üniversiteleri: AK Parti’nin Arka Kampüsü” kitabının yazarı Tuğba Tekerek bu çalışmayı 8 yıl içerisinde tamamlamıştır. Bu süreçte Türkiye’deki üniversitelerin göreli özerkliği sınırlandırılmış, AKP[1] tarafından müdahaleye açık bir konuma getirilmiştir. Akademiye ve öğrencilere yönelik baskıların ve denetimin arttığı, özgür düşünce alanlarının sınırlandırıldığı ve iktidara yakın kişilerin üniversite kadrolarına kolayca erişebildiği bir mekanizma açığa çıkmıştır. Tekerek bu çalışmasında, taşradaki üniversitelere odaklanarak bu kurumların AKP döneminde nasıl şekillendiğini; kadrolaşma, üniversitelerin mekânsal olarak konumlanışı, bu üniversitelerdeki hocaların pozisyonu, hocalara yönelik mobing ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden değerlendirmiştir.  Bu çalışmada yöntemsel olarak, taşra üniversitelerindeki öğretim görevlileri ve öğrencilerle gerçekleştirilmiş yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşme metodu benimsenmiştir. Tekerek’in seçmiş olduğu üniversiteler ise dönemin üniversitelere yönelik politik çıktıları gözetilerek belirlenmiştir. Tekerek’in çalışmaya dahil ettiği beş üniversite, 2006-2008 yılları arasında “her ile bir üniversite” kapsamıyla kurulan üniversitelerdir.Tekerek, “Beş şehir, beş üniversite” adı altında çalışmasına dahil ettiği taşra üniversitelerini şöyle sıralıyor; Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Bingöl Üniversitesi, Giresun Üniversitesi, Kilis 7 Aralık Üniversitesi ve Yalova Üniversitesi. Aynı zamanda çalışmaya sonradan Munzur Üniversitesi Psikoloji bölümünü de eklemiştir. Tekerek aynı zamanda (2023: 26), üniversiteleri araştırırken temel olarak “Eğitimin niteliği nasıl?”, Kampüs hayatında neler var?”, “Akademisyenler kimler?”, “Ne tür akademik çalışmalar yapıyorlar?” gibi sorular ile yola çıktığının altını çiziyor. 

Tuğba Tekerek’in “Taşra Üniversiteleri: Ak Partinin Arka Kampüsü” adlı bu çalışmasının incelemesi yapılırken dört tema üzerinde yoğunlaşılacaktır. Bunlar; AKP iktidarında kültürel rant meselesi olan taşra üniversiteleri, akademik yetersizlikler, kimlik sorunları -Kürt kimliği, kadın kimliği- ve son olarak siyasal İslam ideolojisinin etkileridir.

Eğitim Değil Rant Yuvası

Üniversitelerin yarattığı etki ve dönüşümün hem toplumsal hem de bireysel açıdan ne kadar etkili olduğu, aynı zamanda bireylerin gündelik yaşamı başta olmak üzere pek çok alana nasıl yansıdığı üzerinde durulan bu çalışmada üniversitenin, gençlerin mevcut koşulların dışına çıkarak yeni kapılar açmasına imkân tanıdığı vurgulanmıştır. Dolayısıyla üniversiteler gençlerin bakış açısını şekillendirmede oldukça etkili bir yere sahiptir. Tek tek bireylerin değişimi, birbirleriyle etkileşimleri sonucu bir toplumsallık yarattığı için öğrencilerin, üniversitede nitelikli ve bilimsel eğitim alabilmeleri kritik önem taşımaktadır. Aynı zamanda üniversiteler farklı düşünce, sorgulama ve sorma yetilerini geliştiren alanlar olduğu için demokratik bir toplumun oluşumunda merkezi önem taşımaktadır. Tekerek çalışmasında üniversitenin önemini şu şekilde vurguluyor;

Üniversitenin özgürlük açısından toplumdaki ayrıcalıklı konumu, onun sadece gençleri değil aynı zamanda toplumu da yeni ufuklara taşımasına imkân sağlar. Neticede, dışarıda düşünülmesi zor olanı, üniversitede düşünmek, araştırmak, geliştirmek mümkündür. Dolayısıyla, üniversite insanın hayatının biricik dönemi olduğu gibi, toplumun gözbebeği olarak da düşünülebilir. Ön açıcı, yaratıcı özellikleriyle, dönüştürücü potansiyeliyle toplum için kritik önemdedir; üzerine titrenmesi gerekir. (…) Genç nesiller orada yetişmekte, toplumdaki yaygın kanaatler oranın etkisiyle şekillenmekte, insanlığın bilim yolculuğu oradan istikamet almaktadır (2023: 16).

Üniversite’nin önemi vurgulanırken aynı zamanda AKP ile beraber, üniversitelerin ‘müdahale edilen özerk kurumlar’ olmaktan ziyade, birer ‘iktidar aygıtı’, ‘iktidarın uzantısı’ haline geldiğive ‘siyasi emeller” adına nasıl biçim değiştirdiği üzerine eğilen Tekerek, AKP’nin üniversiteler üzerindeki etkisinin altını çizmektedir. AKP, siyasi çıkar adına geliştirdiği hamleler ile üniversiteleri niteliksizleştirerek kendi siyasi çizgisine uygun görülen kişiler için alan oluşturmaktadır. Özgür düşünce ve yaratıcı fikirler rafa kaldırılmakta; üniversiteler, adeta bir toplum mühendisliği sergilenerek gençlerin muhafazakâr/siyasal İslamcı siyasi ajandaya göre yeniden şekillendirilmesinin bir aracı haline getirilmektedir.

Tekerek, AKP ile beraber akademisyenler üzerindeki baskı ve mobingin yanı sıra akademik kadrolardaki girdabın da nasıl şekillendiğini gözler önüne sermektedir. AKP’nin hamlelerinden biri olan “her ile bir üniversite” mantığıysa yine niteliği azaltmanın yanında kendi kadrolarını oluşturmanın önünü açan bir hamle olarak karşımıza çıkıyor. Tekerek, bu durumu şu şekilde özetliyor;

Bu hamleyle bir taraftan köklü üniversitelerden önemli parçalar kopartılıp bu kurumlar zayıflatıldı, öte taraftan yeni fakülteler ve kadrolarla büyütülecek yeni üniversiteler oluşturuldu (2023: 23).

AKP’nin ideal gençlik kurgusu 80’lerden itibaren muhafazakâr ideolojinin “Asım’ın Nesli” gibi dini imgeleriyle dolu birçok betimlemeden beslenirken, 2010 sonrası dönemde bizzat Erdoğan tarafından ifade edilen “dindar nesil” tanımlamasıyla yalın bir hedef haline gelmiştir. Üniversiteler bu manada dindar neslin yetiştirileceği bir kurumlar bütünü olarak görülmekte, bu sisteme dahil olan gençler de yaş iken eğilmeye mecbur edilmeye çalışılmaktadır. Tabii aynı zamanda makam mevki sırasında bekleyenler için eşsiz bir imkân açığa çıktı. Dolayısıyla üniversitelerin “eğitim-öğretim yuvası” olmaktan çıkıp “rant yuvasına” nasıl dönüştüğünü anlamak adına Tekerek’in çalışması literatüre önemli katkı sunuyor.

Tekerek, “bu ülke üniversitesizliğe doğru gidiyor” ifadesini alt başlık olarak kullanmasına rağmen, üniversitelerin ışıltısını kaybetmemiş değerli bir taş olduğunu vurguluyor. Yukarıda da değindiğimiz üzere üniversiteler, düşüncenin ve farklılıkların bir arada bulunduğu ve her şeye rağmen ışıltısını kaybetmeyerek varlığını sürdürmeye devam eden yegâne kurum olarak karşımıza çıkıyor.

Taşra üniversitelerinde verilen dersler ve bu dersleri veren hocaların yetkinlikleri, siyasi kadrolaşmayla beraber büyük bir şaibe konusu haline gelmiştir. Tekerek, yapmış olduğu çalışmada, taşradaki derslerin hangi nitelikte ve kimler tarafından verildiğine dair ipuçları sunuyor. Munzur Üniversitesi Psikoloji bölümünü mercek altına alan Tekerek, Psikoloji bölümü öğrencileriyle yapmış olduğu mülakatlarda durumun ne ölçüde vahim olduğunun altını çizerek, yeterli sayıda akademisyen olmadan bölüm açabilme[nin] taşra üniversitelerinde bir “ayrıcalık” olarak (2023: 42) görüldüğünü vurguluyor. Dolayısıyla taşra üniversiteleri “kendi amaçları” uğruna binlerce öğrenciyi okudukları bölümle ilişki kuramadan mezun ediyorlar.

Taşra üniversitelerindeki hocaların, yetersiz kadrolaşma ve niteliksizleştirilmiş eğitimin etkisiyle ne kadar verimli olacağı da tartışmanın önemli noktalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Tekerek’in derinlemesine görüşme yaptığı kişilerden elde ettiği veriler ışığında ortaya çıkarttığı gibi: “Bazı hocalar, dersi konulara ayırıp, her hafta bir öğrenci ya da öğrenci grubuna anlattırıp güya ’interaktif eğitim’ yapıyorlar ama aslında kendileri ders anlatmaktan kurtuluyorlardı” (2023: 54). Taşrada eğitim, çoğu hocanın ya konuya hâkim olmayışı ya da verdikleri ders sayısının çokluğu ile ilişkili olarak biçimleniyor. Dolayısıyla nitelik, özgür düşünce, eleştirel bakış gibi unsurlar bir kez daha rafa kaldırılıyor. Çoğu öğrenciyse verilen eğitim nedeniyle değiştiğini hissediyor ve taşra üniversitesinde okumanın zorluklarıyla yüzleşiyor. Bu durum her ne kadar taşra üniversitesindeki bazı akademisyenlerce sorunlu bulunsa da var olan mekanizmanın dışına çıkamıyorlar.

Dolayısıyla taşradaki gençler, akademik açıdan alternatif alanlara ihtiyaç duyuyorlar ve üniversitedeki eğitimle yetinmeyip kendi bölümleriyle ilişkili olsun olmasın Universus[2] gibi akademiye alternatif alanlarda kendilerine yol haritası çizebiliyorlar. Bu tür oluşumlarla gençler ezilen, yok edilen ve niteliksizleştirilen üniversitelerin kıskacından bir nebze sıyrılmış oluyorlar.

Tekerek’in çalışmasında ortaya konulan, üniversitelerdeki sistemsel sorunlar, politik kaynakları göz ardı edilerek bireysel bir noktadan değerlendiriliyor; öğrencilerin hocaları, hocaların da öğrencileri yetersiz gördüğü, adeta bir “nesil çatışmasına” indirgenerek sorunların çözümü için somut adımların atılması engelleniyor.

Öğrenci sorunu hocada görürken, hoca öğrencide görüyor. Ama ikisinin de söylediği aynı kapıya çıkıyor: Son derece verimsiz, herhangi bir şey öğrenmenin/öğretmenin mümkün olmadığı bir eğitim ortamı… (Tekerek, 2023: 56).

Fakat çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ele alındığı üzere, taşrada her şeye rağmen direnen ve nitelikli eğitim adına çabalayan bir kesimin olduğu gerçeğini vurgulamak gerekiyor. Taşra üniversitesinde azınlıkta bulunan akademisyenler, bilimsel bilgi ışığında ve gençlerin niteliğini arttırabilmek için oldukça çok çaba sarf ediyorlar. Bunları çeşitli etkinlik, okuma grupları, seminerler, yazı yazma ve metin analizleri gibi farklı alanlarla destekleyerek gençlere verimli alanlar açmaya çalışıyorlar.

Tekerek’in vurguladığı bir diğer unsur, taşralarda açılan üniversitelerin siyasi çıkar uğruna nasıl daha fazla değersizleştiğine ilişkindir. Yukarıda bahsi geçen Türkiye’ de “her ile bir üniversite” politikası, “her ilçeye en az bir MYO” politikası eşliğinde uygulandı (2023: 75). Dolayısıyla AKP’nin kadrolaşması ve ülkenin her bir köşesine yayılması kaçınılmaz oldu. Gençlerin aldığı eğitimden ziyade ilçelerden ne derecede oy geleceği hesaplanarak her ilçeye en az bir adet yüksekokullar açıldı. Tekerek bu politikanın işleyişini Giresun Üniversitesi rektörüyle Giresun halkı arasındaki ilişkilere mercek tutarak yanıt vermeye çalışıyor. Tekerek’in de belirttiği gibi fakülteye giden yol siyasetten gidiyor (2023: 85).

Taşranın taşrası konumuna gelindiğindeyse artık üniversitelerde verilen eğitim iyice zayıflıyor ve öğrencilerde aldıkları eğitimden şüphe duymaya başlıyor. Tekerek’in görüşme yaptığı bir katılımcının sözleri bu durumu özetler nitelikte; lisenin devamı gibi, üniversiteyle pek alakası yok gibi… (2023: 93).

Belirtmek gerekiyor ki taşra üniversiteleri salt üniversite olmanın dışına çıkıyor ve AKP’nin birtakım siyasi emellerine zemin hazırlayan ve halkın da ortaklık ettiği mekânlar haline geliyor. Bu aynı zamanda üniversitenin halkın gözünde değersizleştirdiği gerçeğini de açığa çıkartıyor.

Bir üniversite, akademik kriterlere göre değil de halkın isteklerine, siyasetçilerin direktiflerine göre bölüm açıp kapatınca elbette bilim üreten özerk bir kurum olarak görülmüyor, halka hizmet eden herhangi bir devlet kurumuna dönüşüyor. Böylece, halkın gözünde iyice değersizleşiyor. Türkiye’de üniversitenin değersizleştirilmesi sürecinin önemli bir ayağını ilçelerdeki bu yükseköğretim politikası oluşturuyor (Tekerek, 2023: 102).

Taşra üniversitelerindeki diğer problemin idarecilerin halkla olan ilişkisi. Tekerek burada Bingöl Üniversite’sine düşen meteordan yola çıkarak Sarıçiçek’te yaşanan bu olaya akademi cephesinden nasıl bir yanıt geldiğini göz önüne sererek akademik niteliğin zayıflığına dikkat çekiyor. Sarıçiçek halkının Bingöl üniversitesindeki doçenti arayarak meteor hakkında bilgi istemesine rağmen, doçent tarafından üniversitede böyle bir bilimin olmadığı yanıtını almış olması ve ardından İstanbul üniversitesinin ilgisiyle beraber gelişen sürecin, Bingöl üniversitesindeki yansımasına bakıldığında ne kadar pasif, ilgisiz ve niteliksiz olduğu görülmektedir.  Tekerek’in de belirttiği gibi (2023: 176) “Bingöl üniversitesinin sürece özgün katkısı ise ‘Göktaşının zekâtı var mı?’ sorusuna verilen yanıt oldu”. Buradaki örnekten de anlaşılacağı üzere Bingöl Üniversitesinin bilimsel bilgiden uzaklığı ve yerel halkla olan ilişkisinin zayıflığı su götürmez bir gerçektir.

Taşra üniversitelerinde okuyan öğrenciler hem üniversitelerin konumları hem fakültelere ulaşım hem de ikinci öğretimler göz önünde bulundurulduğunda oldukça çok problemle karşı karşıya kalmaktadır. Fakat taşrada kadın öğrenci olmak, tüm bunların yanı sıra cinsiyete dayalı sorunlarla da yüzleşmek anlamına gelmektedir. Üniversite, kişinin özgürleşmesi ve kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenmesi bakımından oldukça önemli bir işleve sahiptir. Taşra üniversitesine gelen kadınlar, genel olarak civar illerden gelse de burada aile baskısı gibi pek çok unsurdan uzaklaşarak kendilerini eğitmeye ve hayata hazırlanmaya fırsat buluyorlar. Fakat bu nokta biraz tartışmalı. Acaba genç kadınlar taşrada kendilerini gerçekleştirebilecek ortamları ve nitelikli eğitimi bulabiliyorlar mı? Tekerek, taşradaki şiddet, tecavüz, taciz gibi olaylara Özgecan Aslan cinayetini örnek göstererek durumun vahim olduğunu vurguluyor. Tekerek burada, taşra üniversitelerinde verilen toplumsal cinsiyet derslerinin önemini vurguluyor ve derslerin nasıl, hangi amaç doğrultusunda verildiği üzerinde duruyor.

Tekerek’in de ifade ettiği üzere;

Üniversitelerde toplumsal cinsiyet çalışması yapılması hem bu olayların önüne geçmeye -cinayet, taciz, tecavüz gibi-, hem daha eşitlikçi bir üniversite ortamı yaratmaya, hem de ulaşılacak yüz binlerce genç sayesinde toplumda geniş çaplı bir etki yaratmaya yardımcı olabilirdi (2023: 180).

YÖK, Özgecan Aslan cinayetinden sonra buna ilişkin adımlar atacağını belirtse de yapılan çalışmalar giderek zayıflamış ve toplumsal cinsiyet adı altında hiç de eşitlikçi olmayan bir bakış açısıyla farklı dersler verilmeye başlanmıştı. Burada daha çok din temelli bezenmiş bir kadın ve erkek hakları söz konusu haline gelmiştir. Dolayısıyla sorunlara bilimsel ve etik açıdan çözüm bulmak yerine din, kutsal kitap, hadis gibi emarelerle çözülmeye çalışılmıştır. Kısacası taşrada üniversite okumak zaten zorken bunun yanında kadın olarak öğrenci olmak daha da zor hale gelmiştir.

Fakat taşra üniversiteleri, yine de kadınların özgürleşmeleri için önemli kurumlar olmayı sürdürüyor. Her ne kadar taşra da kadın olmak zor olsa da hem meslek sahibi olarak ekonomik ve sosyal olarak özerklik kazanmak hem de kısıtlı bir sosyal çevrenin dışına çıkarak kadınlık durumuna dair daha dayanışmacı, daha özgür bir alan bulabilmek açısından üniversiteler önemli alanlar olarak karşımıza çıkıyor.

Taşradaki akademisyenler bağlamında ise kadın-erkek ilişkileri daha çok erkek egemen bir bakış açısıyla şekilleniyor ve erkekler akademi basamaklarını tırmanırken kadınlar oldukları yerde saymak zorunda kalıyorlar. Bu noktada Tekerek’in sözleri oldukça önemli ip uçları veriyor; yani taşra üniversitelerinde bir nevi “erkekler doktor, kadınlar hemşire” modeli var: Dekan ve profesörlerin çoğu erkek, kadınlar ise daha çok “asistan”. Kadınlar araştırma görevlisi olarak, erkek hocaların okuması gereken sınav kağıtlarını okuyor, onlar için ders slaytları hazırlıyorlar (2023: 226).  Dolaysıyla taşra üniversitesinde kadın akademisyen olmak da zor kadın öğrenci olmak da.

Taşra üniversitesinde bir diğer zorluk Kürt kimliğine sahip olmak. Tekerek, kampüslerden sivil polisin eksik olmadığını, Kürt kimliğine sahip kişilere baskı uygulayarak öğrencileri sindirip kontrol altına aldıklarını yaptığı derinlemesine görüşmeler ve gözlemlerle aktarıyor. Aynı zamanda kültürel olarak Kürtlüğün iktidarın ideolojik konumu doğrultusunda biçimlendirilerek öğrencilere aktarıldığını belirtiyor. “Kürt illerindeki taşra üniversiteleri, sadece Kürt gençleri kampüslerde toplayıp onları kontrol altında tutma işlevi görmüyor. Aynı zamanda, Kürt kültürünü, tarihini, edebiyatını siyasi iktidarları çerçevesinde yeniden yazmaya, bunun ‘bilgi’sini üretmeye çalışıyor” (2023: 246). Bu bağlamda düşünüldüğünde üniversite kampüsleri baskı ve tehdidin de merkezi haine geliyor ve iktidar kendi emellerini rahatça gerçekleştirebileceği sınırsız alana kavuşmuş oluyor.

Taşra üniversitelerinde yoğun olarak görülen din unsuru da AKP’nin siyasetinin temel taşlarından bir olarak ortaya çıkıyor. Tekerek, Türkiye’deki üniversitelerde İlahiyat fakültelerinin yoğunluğu, rektör ve dekanların ilahiyat mezunu olması, kampüslere yapılan devasa camiler, akademisyenlerin ve öğrencilerin dini inançları üzerindeki baskılar gibi pek çok konuya değiniyor. İlahiyat fakülteleri ile, hedeflenen “dini eğitim” daha kolay ve ulaşılır hâle geliyor. Kampüslere yapılan camiler ise bu süreçte siyasi bir nişan şeklini alıyor. Kampüste Müslüman ve özellikle Sünni olmak ise önemli bir hâl alıyor. Çünkü genel olarak akademisyenler ve öğrenciler diğerlerini -alevi, Hristiyan vb.- dışlayan bir sistemle karşı karşıya kalıyorlar. Aynı zamanda gençlere erişimin kolay olduğu KYK yurtlarında görev alan manevi rehberlerin de AKP’nin, dini referans alarak kendi düşünce yapısını dayatması noktasında oldukça etkili bir hamle oluyor. Nitekim Tekerek’in belirttiği üzere manevi rehberlerin öğrenciler üzerindeki etkisi geniş. Burada manevi rehber ile Gülen Cemaatin’in “abla/abi” mantığı neredeyse aynı işliyor gibi görünüyor. Gençlere ihtiyaç duydukları psikolojik desteği vermek yerine sorunu din personelinin gençlerle sohbet etmesiyle çözüyorlar. Dolayısıyla AKP için gençlere ulaşmak kolaylaşıyor ve kendi istedikleri profilde gençler yaratmaya gayret gösteriyorlar. AKP’nin vurguladığı gibi dindar bir gençlik oluşturma çabası taşrada daha kolay işliyor.

Tüm bu çabayla beraber taşradaki üniversiteler bilimsel bilgiden uzak, sorgulamadan ve özgür düşünceden yoksun, “dini bütün” bir gençlik yetiştirmeyi kendisine şiar ediniyor. Bu durum üniversitenin temel amacını hiçe sayıyor ve üniversiteyi üniversite olmaktan çıkartıyor.

Buradan çıkan sonucu ise Tekerek’in ifadeleriyle özetlersek;

Gençler üniversitede bilimle, tarihle, sanatla tanışıp farklı düşüncele dünyalarına açılacaklarına dinle harmanlanmış beşinci sınıf yaşam koçu önerilerine, uydurma tarih hikâyelerine maruz kalıyorlar (2023: 345).

Dolayısıyla din ilişkilerinin yoğun olduğu taşra üniversitelindeki bilimsel faaliyetler yetersiz kalıyor ve niteliksizleşiyor. Kendi alanları dışında sunumlar gerçekleştiren akademisyenlerin, kadın meselesini dini perspektiften ve Kuran’ın ayetlerine referansla anlatması, toplumsal cinsiyet eşitliğini göz ardı edebilecek boyuta ulaştırabiliyor. Tekerek çalışmasında Bingöl Üniversitesi’nde düzenlenen sempozyum üzerinden durumun vahametini açıkça ortaya koymaktadır. “Böylece Bingöl Üniversitesin ’deki sempozyum, hem iktidarın istediği gibi bir ‘akademik bilgi’ üretimine hem yeni tip akademisyenlerin yükselişine hem de dindar nesillerin yetişmesine katkıda bulunmuş oluyor” (2023: 361).

Taşra üniversitelerinde, genelde dışarıdan gelen öğrencilerin farklılıkları göz önüne alındığında -şehrin dokusunu, kültürünü bozacağı varsayıldığı da düşünüldüğünde- AKP tabanlı öğrenci topluluklarının taşradaki önemi oldukça fazla. Taşraya gelen gençleri kendi bünyelerine katarak hem siyasi emellerini gerçekleştirmek için adım atıyorlar hem de öğrenciler üzerinde kolayca baskı unsuru olabiliyorlar. Aynı zamanda kültürel farklılaşmanın da önüne geçmeye çalışıyorlar. Topluluklar genel olarak ÜniAK adı altında örgütleniyorlar. Şehre dışarından gelen öğrencileri kendi bünyelerine çekmek için çeşitli stratejiler uyguluyorlar. Fakat burada faaliyetler AKP’nin siyasi ayağını oluşturarak bir nevi aktarım sağlıyorlar. Buradaki gençler kendi düşüncelerini belirtmek gibi bir zahmete girmeden parti çıkarı adına orada bulunuyorlar. Dolayısıyla bu yolla öğrencileri kontrol altına alabiliyorlar.

Tekerek aynı zamanda Yalova Üniversitesindeki Gülen yapılanmasından da söz ediyor. Pek çok rektörün de yargılandığı 15 Temmuz darbesi AKP için dönüm noktasını temsil ediyor. FETÖ ile mücadele dönemine girilmesiyle beraber üniversitelerdeki rektörler yargılandı, bazı akademisyenlere soruşturma açıldı ve hatta bazıları uzaklaştırıldı. Dolayısıyla Gülen cemaati adı altında kadrolarda yer alan ya da bu cemaate mensup kişilerle ilişki ve temas kuran kişiler de soruşturmaya dahil edildi. Usulsüzlüğün kol gezdiği üniversitelerde bu ve bunun gibi pek çok olaya rastlamak mümkün. Tekerek’in aktardığına göre Yalova Üniversitesinin 2018’de kurucu rektörü olan Niyazi Eruslu’ya göre; üniversitede görev yapan kişilerin FETÖcü olmasının kendisini bağlamıyor. Buradan anlaşılan o ki akademik ölçütlerin gözünde bulundurulmadığı, torpilin ve siyasi güçten yana olan kişileri istediği gibi üniversitelerde konumlanmaktadırlar. FETÖ ile mücadelenin ardından sahaya Ensar Vakfı’nın da dahil olduğu bir sürecin başlaması açıkça gösteriyor ki; “üniversitenin tüm dini vakıflarla ve cemaatlerle ilişkileri önemli ölçüde araştırma konusu” (Tekerek, 2023:159) hâline geliyor.

Sonuç

Tuğba Tekerek’in 2023 Ocak ayında yayınladığı ve 8 yıllık çabanın ürünü olan “Taşra Üniversiteleri: Ak Partinin Arka Kampüsü adlı çalışması,Türkiye’de akademinin nereye ulaştığını anlayabilmek için önemli bir yere sahip.

Tekerek, yapmış olduğu derinlemesine görüşmeler ve gözlemlerle üniversitelerin siyasi amaçlar uğruna nasıl eriyip gittiğini ortaya koymaktadır.

Bu çalışma; üniversitelerin özerk konumlarının ortadan kaldırılmasıyla müdahale edilebilir hâle gelmesinin, her ile üniversite açılarak ilçelere de fakültelerin konumlandırılması üzerine oluşan tabloyu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu koşullar nedeniyle eksik kadrolar oluşmuş, öğretim elemanlarının ders yükleri olması gereken standartların çok üzerinde artmış, oluşan eksiklik, öğretim elemanlarının uzmanlıkları dışındaki derslere girmesine yol açmıştır. Bunun yanı sıra özellikle ilahiyat fakültelerinin sayısının orantısız artışıyla üniversite müfredatlarında dini temelli derslerin ağırlığı görülmeye başlanmıştır. Tüm bunların yanında üniversite yönetimlerinin ve ilgili bürokrasinin “kendinden olmayanları” gerek tehditle gerek uyarıcı laflarla sindirmeye çalıştığı, özgür düşüncenin baltalanarak korkunun ve endişenin kol gezdiği kampüslerin yaratıldığı, artan kütüphane ihtiyacının karşılanması yerine kampüslere devasa camilerin yapılığı bir üniversite ortamı oluşturulmuştur.

Fakat Tekerek tüm bu olumsuz havaya karşın üniversitelerin nasıl daha iyi bir pozisyona gelebileceğini çalışmanın son sayfalarında vurguluyor. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün;

  • Yükseköğretim, kesinlikle üniversite öncesi eğitimin taşıyabileceği boyutta tutulmalı. Şu anda üniversite birkaç net yapan öğrenciler bile üniversiteye girebildiğine göre, kontenjanlardaki artış bir an evvel durdurulmalı. Son yıllarda yeni üniversite açılmasa da üniversiteler yeni fakülteler, bölümler, lisansüstü programlarla büyümeyi sürdürüyor. Yükseköğretimdeki bu genişleme derhal durdurulmalı, ülkede eğitimi iyi bir noktaya taşımak için öncelikle üniversite öğrencisine odaklanmalı.
  • (…) Öğrencileri sırf ilçe kalkınsın diye ilçelere taşımaktan vazgeçmek, ilçedeki üniversite birimlerinin bir kısmını şehir merkezine taşımak, bir kısmını da kapatmak gerekiyor.
  • Ayrıca genel olarak sırf sayıları şişirmek için açılmış, ancak ne gençlere ne de topluma bir faydası olan bölümler, programlar, fakülteler sıkı bir elemeden geçirilmeli.
  • Yükseköğretim sistemini ideolojik, ekonomik ve siyasi saikler yerine, toplumun ihtiyaçlarına ve akademinin kriterlerine göre baştan aşağı yeniden düzenlemek gerekiyor.
  • Yeniden düzenleme kapsamında, 2006’dan sonra gerçekleşmiş olan akademisyen alımlarını ve unvan yükseltmelerini temel kriterler açısından gözden geçirmek de çarpıcı sonuçlar verebilir.
  • İlahiyat fakültelerinin aşırı genişlemesini tersini çevirmek; bu fakülteleri ve ilahiyatçıları üniversitedeki ayrıcalıklı konumlarından indirmek; ilahiyatı, olması gerektiği yere, dinleri eleştirel bir gözle inceleyen bir akademik disiplin konumuna yerleştirmek de önemli bir reform sağlayacaktır.
  • Öğrencileri, dindarlaştırılması ve millliyetçileştirilmesi gereken potansiyel deva neferleri olarak görmekten vazgeçip onları analitik, eleştirel ve bilimsel düşünceye teşvik edecek, bu arada akademisyenlerin de mesleklerini özgürce yapmalarını sağlayacak akademik kültürün, kurumların ve ilişkilerin inşa edilmesi; sönmüş olan bu alevin yeniden harmanlanması gerek (Tekerek, 2023: 396-398).

Tekerek son sözlerini, öğrenci ve akademisyenlerin bilimsel bilgi ışığında fikirlerini özgürce ifade edebilmelerinin önemini vurgulayarak noktalıyor.

Dolayısıyla bu çalışma hem taşrada kurulan üniversitelerin temel dinamosunu anlamak için hem de bir iktidar kendi siyasi emellerini nasıl sistematik biçimde yaydığını açığa çıkartması bakımından oldukça önemli.


[1] Kitabın yazarı, Adalet ve Kalkınma Partisi ile ilgili verilecek bilgileri “Ak Parti” kısaltması şeklinde tercih etmesine rağmen bu yazı boyunca “AKP” şeklinde kullanılacaktır.

[2] https://uni-versus.org/hakkimizda/ erişim tarihi ve saati: 05.03.2023 13:54

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir