Resim: “Mutsuzluğun Resmi”, Canavar & İzinsiz, 2021
Gün geçtikçe fakirleşiyoruz. Her geçen gün kötüye gidiyor. Her şeyin fiyatı artıyor, ancak ücretler artmıyor. Bununla ilgili tespitlerin, felaket senaryolarının, şakaların, hesaplamaların önü arkası kesilmiyor gibi. Eminim pek çok insan bunu duymaktan bıktı, bir şekilde normalleşip hayatına devam etmek istiyor. Belki bazıları için bıçak kemiğe henüz dayanmadı. Kimileri hala yapacaklarını bir miktar kısıp hayat standartlarını korumaya devam edebiliyor. Kimileri ise aydınlık yarınlar için helalleşme senaryoları hazırlıyor. Ancak çok büyük bir kesim için bu böyle değil. Bu ülkede artık sıradan bir insan için, gününün birkaç saatini, alacaklarının en ucuzunu nerede bulabileceğine ayırmak normalleşti. Bunun bir ayağı devamlı yükselen kur ise diğeri de vergiler. Üstelik maaşımızın, aldığımız ürünün, psikolojimizi stabil tutmaya ilişkin çabamızın üzerindeki haraç öyle irrasyonel bir yere evrildi ki, kadınlar kanadığı için, insanlar sokaktaki canları doyurduğu için her ay onlarca lira vergi ödemek zorunda kalıyor.
Tüm bunlar pek çoğumuzun hayatının tam merkezinde. Dolayısıyla kimseye bilmediği bir şey anlatmak niyetinde değilim. Niyetim yalnızca bu durumun belki gözden kaçırdığımız, belki tüm bu gerçekliğin içinde yeterince önemli bulmadığımız için kurcalamaya değer görmediğimiz, belki de bunları konuşuyor olmaya ilişkin gelebilecek eleştirilerden çekinerek dile getirmediğimiz bir boyutu daha olduğu. Biz’e ne olduğu.
Kelimenin tam anlamıyla parçalanıyoruz. Yaşadığımız süre boyunca pek çok farklı şey deneyerek, kişisel beğeniler oluşturarak kurduğumuz bir hayat var. Günün sonunda herkesin yiyip içtikleri, giydikleri, kullandıkları, severim-sevmem diye belirledikleri, kısacası kendi evreninde anlamlı bir çerçevesi var. Bu çerçevenin bugüne kadar ideal olduğunu, herkesin istediği standartta yaşadığını söylemiyorum elbet; sadece bugüne kadar bir biçimde kendimize saygımızı yitirmeden, bir ortalama standart belirleyip kimi zaman zorlanarak da olsa iyi kötü bir şeyler satın almanın mümkün olduğunu söylüyorum. Bahsettiğim şeyler yukarı kaydırıp satın alınan şeyler değil. Ekmek, peynir, ped, kedi-köpek maması gibi şeyler. “Ben bunu severim/sevmem” demek bugün pek mümkün değil; artık paramız neye yetiyorsa onu seviyoruz.
Bunu lümpen, önündeki gerçekçiliğe körleşmiş, köy yanarken saçını tarayan bir yerden söylemiyorum. Tam olarak insanın ruhsal, bedensel bütünlüğü, toplumsal varlığı için asgari şartları önüme koyarak söylüyorum. Bir önceki hafta başka bir şey almaktan vazgeçerek aldığım peynirin bugün daha pahalı satıldığından bahsediyorum. Artık onu değil -varsa- bir düşük bandındakini almam gerektiğinden; ‘tamam sorun değil, bu da güzel’ diye kendimi ikna etmem gerektiğinden, bunun insanın benliğinde, özsaygısında açtığı oluklardan bahsediyorum. Ama yetmiyor; zira bir sonraki hafta fiyat daha da artıyor; bu kez başka marketleri gezip durumun her yerde aynılığını teyit etmek gerekiyor. Ben eve eli boş dönebiliyorum, dönemeyenler ne yapıyor?
“Yaş aldıkça insanın karakteri oturur” derler. Burada kastedilen kim olduğumuz değil mi? İçinde yaşadığımız esnek, güvencesiz, yarınsız sömürü düzeni hayatlarımızın inanılmaz kırılgan olan maddi koşullarına saldırmıyor yalnızca; bir de ruhsal, toplumsal bütünlüğümüzü parçalıyor. Yediklerimizi yiyemez, giydiklerimizi giyemez, gittiğimiz yerlere gidemez oluyoruz. Tekrar etmek istiyorum, çok büyük şeylerden bahsetmiyorum. Çökmeli taburelerin olduğu salaş çaycılarda çay içmenin dahi lüks kabul edildiği bir hayatta sinemanın, tiyatronun, sevdiğine aldığın bir doğum günü hediyesinin, arkadaşına ısmarladığın biranın, öğrenmek istediğin bir enstrümanın esamesi bile okunamaz. Ben’liğini kurmak, sahip çıkmak; sevdiğin, sevmediğin, nefret ettiğin şeyleri, sınırları, alanları tanımlamak bu koşullarda mümkün değil. Delik deşik edilmiş, sınırlarının ihlal edilmesinin yükü omuzlarına düşmüş birilerine dönüştük artık. Kelimenin tam anlamıyla parçalanıyoruz derken kastettiğim buydu. Tüm bu sürecin ardından aynı kalmasak da sınırları korumak, özsaygısı olan bireyler olarak kalmak mümkün olmayacak. Ufalanıyoruz.
İnsanlar sadece hayatta kalmak için, aç uyumamak için değil, aç da olsa uyanabilmek için karınlarını doyurmaya çalışırken bunlardan bahsetmeyi, Ben’i anlatmayı, tartışmayı garipseyebilirsiniz. Ben’i konuşacağımıza Biz’i konuşmayı daha faydalı bulabilirsiniz. Tüm bunların farkındayım ve burada stratejik bir tercih yapmıyorum; altını çizmek istediğim tek bir şey var, o da Ben’le olan derdimin Biz’e, bize dair olduğudur.
Ben’e dair konuşmak istiyorum, çünkü inanıyorum ki bugün bu denli parçalandıktan, delik deşik olduktan; eğri büğrü, yamalı, sakat Ben’lere dönüştükten sonra yarın hiçbir şey olmamış gibi davranmak doğru olmayacak. Bugün, yarın, herhangi bir zaman bunları düşünmek, üzerine konuşmak zorundayız. Aksi halde mücadele için kırık dökük Ben’lerden medet umacağız ve bunun farkına bile varmayacağız. Ya da tüm bu kepazelik bittiğinde, en azından herkesin tok uyumasını sağlayacak bir düzeni kurma sırası bize geldiğinde elimizdeki sakat Ben’lerden sağlıklı bir Biz çıkamayacağını göremiyor olacağız. Dolayısıyla burada vurguyu, Ben’e dair konuşmanın Biz’i kurmaya ilişkin ehemmiyetine yapıyorum.
Bu yazıyı, bugün bunların yaşandığını, bunların da tamire ihtiyacı olduğunu hatırlamak, tartışmaya açmak için yazıyorum. Bugün bunları konuşuyor olmanın, “enflasyon” anahtar sözcüğüyle yapılan tartışmalardan daha az önemli olmadığının, hepsinin birlikte düşünülmesi gereken şeyler olduğunun altını çizmek için yazıyorum. Markete her gittiğimizde hissettiğimiz “daha da kötüye gidiyor” duygusunun, yalnızlığın, çaresizliğin sana, bana, herhangi birilerine değil hepimize, dahası mücadeleye dahil olduğunu, yalnız olmadığımızı, bunun da konuşulmaya, tartışılmaya değer olduğunu vurgulamak için yazıyorum. Hepimizin insanca yaşamayı, istediklerimizin lüks olmadığını kanıtlamak zorunda olmadan insanca yaşamayı hakkettiğimize inandığım için yazıyorum. Bu düzenin ne herhangi bir hükümete ne de coğrafyaya ait olduğunu; o insanca yaşamı kazanmak için salt seçime odaklanarak değil, yarını kurmaya ilişkin düşünerek, öfkelenerek, talep ederek, bir araya gelerek, mücadele örerek, haykırarak devam etmek gerektiğini bildiğim için yazıyorum. Yarın vakit geldiğinde okumak için, unutmanın çağında hatırlamak, hatırlatmak için yazıyorum.
İlk yorum yapan siz olun